Diktatör en güçlü olduğunu hissettiği anda

1 Kasım seçimlerinden sonra karalar bağlayıp “bu adamla baş edemeyeceğiz” diye hayıflananlara, Haziran Direnişi’ni önceleyen dönemde de Tayyip Erdoğan’ın girdiği her seçimden başarıyla çıktığını, 2010 yılında Türkiye toplumu tepkilerini daha cesur bir biçimde vermeye başladığında AKP’nin kendinden çok emin olup sağa sola saldırdığını, 2011 seçimlerinde bir kez daha üstün geldiğini anlatıyor ve “inanın” diyorduk. İnanın Türkiye’nin ve dünyanın aydınlık geleceğine…

Bunu söylerken emekçi halka, dahası kendi mücadelemize güveniyorduk öncelikle. Ama güvendiğimiz başka bir şey daha vardı. AKP ve Erdoğan fazla açılmıştı, bu saatten sonra durumu toparlamaları çok güçtü. İstedikleri kadar “mesajı aldık” havasını çalsınlar, yarattıkları Türkiye hem içeride hem dışarıda büyük dertti!

Daha yeni hükümetin ilan edildiği gün, tekerleklerden biri fena patladı. Ne olacağını, patlak tekerleğin arabayı nereye sürükleyeceğini, diktatörün bu belayı da savuşturup savuşturmayacağını şimdilik kime kestiremez.

Rus savaş uçağını düşürmenin ne anlama geldiğinin farkında değillerdi ilk gün, hemen ertesinde meselenin nerelere gidebileceğini gördüler, alttan almayı, yaltaklanmayı denediler. Davutoğlu denen küçük adam, esip kükremeyi bıraktı, neredeyse “Rus uçağı olduğunu bilseydik, düşürmezdik” demeye getirdi.

Vay canına… Pravda’da bir Batılının imzasını taşıyan “ödlek” ifadesi ne kadar da cuk oturuyor!

Bu doğru olabilir mi? Türk tarafının sınıra yaklaşan uçağın Suriye’ye ait olduğunu sandığına ilişkin bilgiler geliyor. Su-24’lerden Suriye’de de var, bunlar Rusların artık demode diyebileceğimiz savaş araçlarından. Yanılmış, hatta yanıltılmış olabilirler. Yanılmış gibi yapabilirler.

Hamama giren terler. Militarizmle, cihatçılıkla yatıp kalkanlar sonuçlarına katlanacak.

Sonuçların ilki, NATO’daki ülkelerin bir bölümünün Türkiye’nin bu kadar inisiyatif almasından açıkça rahatsız olduğunu ifade etmeye başlamasıdır. Hani nasıl derler, “inandırıcılığını kaybetmektedir” Türkiye. Çünkü NATO, savaşçı, militarist, emperyalist bir örgüttür ama çatışmaya Türkiye’nin kararıyla sürüklenecek değildir. Türkiye’ye provokasyon rolü verirler, mayın eşekliği yaptırtırlar, dahası Türkiye’yle bölge ülkelerini ve hatta Rusya’yı test ederler ama ipleri Türkiye’nin eline bırakmak istemezler.

Kendileri çok barışçı olduklarından değil. Öyle becerikli filan da değiller. Hatta başları fena halde belada, kendi aralarındaki uyumu da yitirmiş durumdalar. Ama Türkiye’nin yarattığı rahatsızlık bütün bunları gölgede bırakıyor.

Sonra, Türkiye uçağını düşürdüğü Rusya’nın elini iyice güçlendirdi. Hem Suriye’de hem de NATO’nun içine dönük diplomaside. AKP’nin çıkarları açısından bundan daha aptalca bir hamle olamazdı.

Yakın geçmişte büyük bir pragmatizmle, Batı’yla mesafesi açıldığı anda Erdoğan’a kapı aralamak için fırsat kollayan Putin, elinde tuttuğu “Türkiye IŞİD’e yardım ediyor ve ondan petrol alıyor” kartını daha ikinci günden masaya koydu. Bu sefer masadakini yeniden rafa kaldırmak için, Erdoğan’ın verebileceğinden daha fazlasını talep edecektir.

IŞİD meselesi, Paris’teki katliamla birlikte artık Avrupa’nın paranoyasıdır ve kimse Erdoğan’a kolay kolay sahip çıkamaz. Putin, savaş suçlusu yaftasını Erdoğan’ın boynuna asmıştır bir kere…

Ve daha fazlası… Putin ilk kez AKP iktidarını Türkiye’yi İslamcılaştırmakla itham etmiştir. Bu tür laflar kolay kolay ağızdan çıkmaz. Türkiye’nin iç işidir! Ama Türkiye’den yayılan kir artık her taraftadır!

Seçimden önce mülteci pazarlığında “değer kazandığı” söylenen Erdoğan Suriye başlığında bir kez daha köşeye sıkışmıştır. Hatırlayalım, 2013 yılında yine benzer bir tabloyla karşılaşılmıştı ve dış politika ile iç politika arasında Çin seddi olmadığı görülmüştü. Türkiye’nin içinde biriken tepkilerle dışarıdaki çuvallamanın ortaya çıkardığı gerilim birleşmiş, Erdoğan’ı fena silkelemişti.

Suriye başlığında ABD Erdoğan’ın Rusya’ya büyük bir hediye verdiğinin farkındadır. Bu saatten sonra ABD hem askeri hem diplomatik alanda bir hafta öncesinden daha zayıf, daha çaresizdir. Bu zayıflığı savaşı tırmandırmak dışında hiçbir adım telafi edemez. Savaşı tırmandırmak ise Rus uçağının düşürülmesinden sonra, artık topyekûn savaş anlamına gelecektir.

Buna karar ya da bu doğrultuda bazı tesadüflere izin verirler mi, bilemeyiz. Bilinen, Rusya’nın uçak krizini çok akıllıca yönetmekte olduğu, adımlarını büyük bir dikkatle attığı, önceliği Türkiye’nin yalnızlaştırılmasına verdiğidir. Çünkü karşılarında buna imkân tanıyan ayarsız ve ahmak bir muhatap var.

Bu ahmaklık Rus uçağını değil, halkımızı vuruyor. Yıllardır. Aşağılıyor, örseliyor, yoksullaştırıyor. Öldürüyor.

Dolayısıyla misilleme hakkı öncelikli olarak halkımızdadır. Halkımız bu hakkını kinle, kalleşlikle, kafa keserek değil, büyük bir akıl, yaratıcılık ve cesaretle kullanabileceğini 2013 yılında gösterdi. Yine gösterecektir.

İzleyici olmaktan çıkarsa eğer…

Eğer diyoruz, çünkü Rus uçağının düşürülmesinden sonra toplumumuzda iki farklı tepki, birbirini besleyen ve aynı kapıya çıkan iki farklı yaklaşım yaygın olarak kendini hissettirmiştir. Biri, “milli çıkarlar mevzubahisse, akan sular durur” yanılgısıdır. Erdoğan’ın ya da AKP’nin ya da büyük patronların ya da Türkiye gericiliğinin çıkarları ile halkın çıkarları neden bir olsun? Ülkesini düşünen, bu rezaletten hesap sorar, üstüne bir bardak su içmez.

Diğer yanılgı ise, “kurtar bizi Putin baba” saçmalığıdır. Hoş, bu saçmalık bütün dünyaya yayılmış, ABD’de bile insanlar “ah bizim de böyle bir liderimiz olsa” demeye başlamıştır. Tayyip travmasının boyutları hesaba katıldığında, bu ülkedeki geleneksel Rus düşmanlığını bile kırmaya başlayan Putin hayranlığını anlayabiliriz.

Anlarız da, anlayışla karşılayamayız.

Putin Rusyası yeri geldiğinde Erdoğan’ı “sana karşı renkli devrim hazırlıyorlar” diyerek politika değiştirmeye zorlamaya kalkmıştır. Yeri geldiğinde dediğimiz geçen yıldır! O Rusya’nın Türkiye halkının çıkarlarıyla bir ilgisi yoktur, Erdoğan’ın suçlarıyla ilgilenmek, Erdoğan Rus tekellerinin çıkarlarına zarar vermeye başladığında akıllarına gelmektedir.

Bu işler böyledir ve çıkarları ortak olanlar yalnızca gezegenimizin emekçi halklarıdır. “Rusya sallasın bir nükleer füze, Türkiye haritadan silinsin” diye kendisi sosyal medyadan sallayan Avrupalı emekçilere de bu anlatılmalıdır, “biz hakkından gelemedik, bari Putin yapsın bize bir iyilik” diyen Türkiyeli yoksullara da…

Büyük güçlerin tepişmesinde ezilmek istemiyorsak, izleyici konumdan çıkmamız gerekiyor. Çünkü büyük güçler, izleyiciler sayesinde, milyonların izlemesi sayesinde tepişiyor!

Neyi izleyeceğiz?

Emperyalizmin açtığı kanallara doluşan dinci teröristlerin dünyayı sokaklarına çıkılamayan bir hapishaneye çevirmesini mi?

Bizdeki manyakların “yollarız bir füze” rahatlığını mı?

Memleketin cihatçı yuvasına dönüştürülmesini mi?

İllerin, ilçelerin savaş hali adı altında zulüm merkezilerine çevrilmesini mi?

Borsa düştü mü-kalktı mı derdindeyken ekmeğimizin gasp edilişini mi?

Gerçekten neyi izleyeceğiz?

Kapitalist dünyanın kendisiyle birlikte insanlığı da yok edecek nükleer bir hesaplaşmaya girmesini mi?

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme’nin 9. sayısında yayınlanmıştır.