Devrimci Strateji ve Dünya Güçleri KEMAL OKUYAN

Emperyalizme karşı mücadele uluslararası dengelere terk edilemeyecek kadar değerlidir. Bir başka deyişle, anti-emperyalizm, tıpkı anti-kapitalizm gibi, tüm enternasyonalist boyutlarına karşın, esas itibariyle ulusal ölçekte boy atabilir, hayata geçebilir.

23 Eylül'de yayınlanan yazımda, dünya solunda sırtını "devlet" ya da "devlet kümeleri"ne dayama eğiliminin giderek güçlendiğine işaret etmiş, bunun tehlikeli bir gelişme olduğunu ileri sürmüştüm. Evet, kimileri emperyalizme karşı, kimileri ise demokrasi ve özgürlük için uluslararası aktörlere gözünü dikiyor.

Arada fark var, tamam. Söz gelimi bir emperyalist odak olarak Avrupa Birliği'nden "özgürlük" yardımı talep edenlerle, Avrupa Birliği ve ABD'ye karşı Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkelerin "bağımsızlıkçı" bir seçeneğin yaratılmasına katkı koyabileceğini düşünenler elbette aynı kefeye konamaz.

Ne ki, tehlike tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Devrimci bir strateji, ancak emekçi sınıfların ulusal ölçekte iktidarı alma perspektifinin ürünü olabilir. Solun şu ya da bu nedenle devrimci bir stratejiden uzaklaşması gerekebilir, bu tarihsel bir bağlamda meşru görülebilir. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra "tek ülkede sosyalizmin savunulması" politikasını benimseyen güçler, bu nedenle devrimciliklerini yitirmediler elbette ama kendi ülkelerinde geriye çekildikleri oranda devrimci bir stratejiden uzaklaştılar. Bu geri adıma neden olan uluslararası görev ne kadar devrimci olursa olsun, birçok partinin devrimci karakteri zayıfladı, soluklaştı.

Hiç kuşku olmasın, Sovyetler Birliği'nin yaşatılması için değerdi... Yaşayan Sovyetler Birliği'nin dünya solunun yeniden ayağa kalkması için üzerine düşeni yapıp yapmadığı, tâli bir meseledir. Devrimci bir strateji, illa ki, tek tek ülkelerde gelişir, gücünü ve rengini topraktan alır, uluslararasına ancak bu koşulda enerji verir. Geride bıraktığımız yüzyılda Sovyetler Birliği'nin yaşatılmasına odaklanan birçok partinin daha sonra kişiliksizleşmesinin nedeni, son tahlilde, yine bu partilerin kendilerinde aranmalıdır.

Geçmişi bir kenara koyalım ve soralım... Şimdi değecek ne vardır?

Bir eğilim olarak dünyada sol kendine güvenini yitirdi. Kendine güvenmeyen, başkalarına bakar. Başka ne var? Doğal olarak devletler var, "iktidar" sahipleri...

Bunların orduları var, paraları var, yasaları var... Baktıkça gözünüz kamaşır, baktıkça körleşirsiniz. İç referanslarınız önem yitirmeye başlar, her şeyin başı ve sonu dışarıdadır.

Bu koşullarda, nihayetinde aynı kapıya çıkan birkaç davranış geliştirebilirsiniz. Bir devlet ya da devletler kümesinin ülke içindeki bayiliğini üstlenirsiniz, buna kimileri ajanlaştırılma da diyor, olabilir. Ortadoğu'da, eski sosyalist ülkelerde yaygın bir meslek haline gelmiştir, Türkiye eski bir sosyalist ülke olmasa da, bu anlamda kesinlikle bir Ortadoğu ülkesidir.

Diğer bir olasılık, sol karakter taşımaktan tamamen uzak "kendi" iktidarınızı, devletinizi uluslararası arenada desteklemenizdir. Söz konusu olan Avrupa'nın gelişmiş ülkeleri olduğunda "ilericilik" diye yutturulsa da, buna en hafifinden milliyetçilik diyoruz. Ülkemiz büyüktür, bereketlidir, bunlara da fazlasıyla rastlanmaktadır.

Bir başka yol ise mücadeleyi ülkenizin "eksen değiştirmesi"ne odaklamanızdır. Türkiye'de iktidarın sınıf karakterini değiştirmeden Türkiye'nin AB üyesi olması, Şangay Beşlisi'ni altılaması... İlk bakışta farklı ve birbirlerinin alternatifi gibi gözüküyor ama ayrıntı sayamayacağımız bir konuda birleşiyorlar: İç politikadaki kilitlenmeyi "dış dinamik" üzerinden değiştirmek. Buna da solculuk deniyor ya!

Bir de gerçekçilik...

Neden, çünkü bugünün mücadelesi temelde uluslararası alanda gelişiyor(muş)! İnsanlığın geleceği, Putin'in ABD'ye kafa tutmasına, mollaların emperyalist baskılara direnmesine, Çin Halk Cumhuriyeti'nin melez bir ekonomiyle kapitalizme alternatif oluşturmasına, Chavez'in 21. Yüzyıl sosyalizmini tarif etmesine, biraz daha devam edelim, Avrupa Birliği'nin kendini toparlayıp bir dünya gücü haline gelmesine, Obama'nın McCain'e üstünlük sağlamasına bağlı(ymış)...

Durum buysa, solun dünyada bir geleceği olmaz ve açıkçası dünyanın bir geleceği olmaz!

Bunlar önemsiz mi? Bunlar önemli... Bunların hepsi bir kefeye konabilir mi? Konamaz... Bir ülkede devrim mücadelesi uluslararası dinamiklerle etkileşim içinde olmadan, bu dinamiklerin içindeki taraflaşmada saf tutmadan başarıya ulaşabilir mi? Ulaşamaz...

Ancak her şeyin başı, mücadelenin temel referansı olarak kendi ülkenizdeki sınıfsal mücadeleyi almanızdır. Sanılıyor ki, anti-emperyalist mücadele öncelikli olarak "dış düşman"a karşı verilen bir mücadele. Ne yapacaksınız, dış düşman var diye, içerdekilere iltimas geçeceksiniz!

Böyle bir mücadele anlayışının çook gerilerde kalmış olması gerekirdi.

Ya da sanılıyor ki, uluslararası dengelerdeki değişim, solun önünü otomatik olarak açacak!

Açmaz...

Irak'ta 2003'te direniş bir başınaydı... ABD ve müttefikleri zaten işgalciydi, diğer büyük ülkeler "ne olacak" diye dışarıdan bakınıyor, İran ve Suriye ise başları belaya girmesin diye "direniş"ten uzak durarak Irak politikası geliştiriyorlardı. Direniş artık geriliyor... Neden mi? ABD'nin kaybedeceğinin kesinlik kazandığı 2005 sonlarından itibaren bugün ABD'ye "alternatif" gibi gözüken bütün güçler Irak'a yığıldığı, ekonomik ve siyasi olarak pastadan yararlanma yarışına girdikleri ve direnişi kendi hesaplarına bağlamak için uğraştıkları için... İran'dan, Çin Halk Cumhuriyeti'nden, Rusya'dan söz ediyorum. Direniş kaybederse ABD'den çok onlara kaybedecek.

Yanı başımızdan bir örnek bu...

Uzağa gidelim, Latin Amerika'ya bakalım. Eğer Latin Amerika solu, son derece özgün tarihsel koşulların ürünü olan "sol iktidar"lardan ibaret kalırsa, kıtanın geleceği ne yazık ki uluslararası tekellerindir. Solun Chavez'in iktidarına ihtiyacı Chavez'in sola ihtiyacından daha fazla değildir. Daha açık konuşacağım, dünyanın daha fazla devrimciye, daha fazla devrimci politikaya, daha fazla komüniste ihtiyacı vardır. Çok önemsenen uluslararası dengelerde yeni ve beklenmedik yıkımlarla karşılaşmamak için de...

Bu nedenle başından beri Bolivarcı Cumhuriyet'e, Hugo Chavez'e sahip çıkan, onu destekleyen Venezuela Komünist Partisi ne kadar devrimci bir görev yerine getiriyorsa, Chavez'in karmaşık ideolojik hattı içinde erimeyi reddedip Sosyalist Parti'ye katılmayan Venezuela Komünist Partisi de o kadar devrimci bir tavır sergiliyordur.

Dünyanın daha fazla Chavez'e ihtiyacı varsa, aynı dünyanın daha fazla komünist partisine ihtiyacının "daha" fazla olduğu bilinmelidir!

[email protected]