Buraya kadar...

Kemal Okuyan'ın “Buraya kadar...” başlıklı yazısı 22 Mart 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Gecikmiş bir uluslaşma süreciydi, evet... Ancak bir gerçekti. Yirmi yıl önce de, on yıl önce de... Kalabalıklar o zaman da toplanıyordu. Büyük kalabalıklar. O zaman da aynı kişinin önderliği geniş bir kesimlerce tartışmasız kabul ediliyordu.

Peki dün ne oldu? Dün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu gerçeği kabullendi.

“Kabullenen, meşruiyeti çok tartışmalı AKP hükümetidir” diyerek bu gerçeği kabullenmek istemeyecek ulusalcılar, ırkçılar çıkacaktır mutlaka. Muhtemeldir ki, hâlâ tankla-topla bu gerçeğin ortadan kaldırılabileceğini düşünüyorlardır.

Bu imkansız.

Kürtlerin varlık hakkıyla kavga edenler, bugün onların varlığıyla kavga etmeye de kalkabilir. Ahlaki, insani boyutlarını bir kenara bırakıyorum. Siyaseten bunun tek karşılığı var: Kopuş... Hızlı, düşmanca ve büyük olasılık kanlı bir kopuş. Kabul, bu da bir siyasi projedir. Ve yakın gelecekteki seçeneklerden biridir.

Ama Kürtlerin inkarında ısrar ya da varlığı ile ilgili bir tartışmayı, kavgayı sürdürmek siyaseten arkaiktir, geride kalmıştır. “Kürtler elbette vardır”dan söz etmiyorum. Bunu zaten geçtik. “Kürtlerin bu ülkede bir sözü ve ağırlığı vardır”ı kabullenmeyenlerden söz ediyorum. Bu saatten sonra hâlâ “Türklük etnik referansı olmayan bir kavramdır, herkesi kapsar” demek, kavgayı Türk-Kürt kavgasına dönüştürmektir.

Oysa Türkiye’de yeni bir mücadele dönemi açılıyor. “Cumhuriyet bitti, bitirildi bu ülkeye yenisi lazım” diyoruz bir süredir.
Türkiye’nin yol ayrımındayız. Bu yol ayrımında artık ırklar, uluslar değil, “ne istendiği” tartışılmalı.

Dün Abdullah Öcalan Türklerin ve Kürtlerin uzun yıllar İslamiyet bayrağı altında kardeşçe yaşadığını söyledi.

Bu geleceğe ışık tutuyor mu? Tutmuyor. Siyasi meselelerin dinsel aidiyetlerle çözülmeyeceği bir çağdayız. Çözmeye kalkan gericidir.
Açıkçası ben başkalarınca sık sık dile getirilen 1071 Malazgirt, 1915 Çanakkale referanslarından da sıkıldım. Fetihçi dönemlere mi geri dönülecek? Bugünle ne alakası var? Bugünün uluslaşmasıyla bundan 1000 yıl öncesinin kavimleri arasında nasıl bir benzerlik olabilir ki? Emperyalist boğazlaşmada Alman emperyalistleriyle saf tutmuş Osmanlı’nın (tarihi önemi yadsınamayacak) diğer emperyalistleri stratejik bir noktada durdurmasından “halkların kardeşliği” nasıl çıkacak?

Kardeşlik, birlik... Bunlar ortak projelerle örülür. Dinsel bir ortaklığı temel veri alanlar kendi yollarından giderler. Kıblesi kâr ve sömürü olanlar ortaklaşırlar. ABD ile işbirliği halinde “büyük Türkiye” kurmak isteyenler illa ki buluşurlar.

Ancak sanılmasın ki, Türkiye “Kürt gerçeği”ni görmeyenlerden ve “barış” olacak diye dinci, piyasacı, Amerikancı bir projeye de “eyvallah” çekeceklerden ibaret.

Madem “birlikte yaşam”dan söz ediliyor, kimse Türkler adına ya da Kürtler adına konuşmasın bundan böyle. Projeler, programlar konuşsun. Zaten öbür türlüsü artık imkansız.

Her şey bir bakıma yeni başlıyor.

Türkiye yeni bir saflaşmaya doğru gidiyor.

Şu anda bu saflaşmada “emek” cephesi cılız gibi gözükse de, bu geniş coğrafyayı ve büyük nüfusu etnik kimlikleri tokuşturarak ya da din tutkalıyla birleştirmeye kalkmaktan daha gerçekçi olduğu görülecek emperyalizme ve sömürüye karşı bayrak açmanın. Ve yeni bir uluslaşma sürecini bu bayrak altında gerçekleştirmenin...

Öteki türlü... “Barış” derken kaos ve karışıklığa doğru gidecektir Türkiye...