Buna döneklik denmiyor

Günün sorusu, “ne oluyor bu aydınlara, sanatçılara”ydı.

Ne olmuştu ki? Yavuz Bingöl’ün ayakları yerden kesilmiş, hayranlarını vecd içinde bakmakta olduğu diktatörün zorbalığına ikna edebileceğini düşünür hale gelmişti. Oysa hayran kitlesi gerçek değildi, kendi gerçek değildi, gerçek olan gerici diktatörlüktü. Berkin Elvan da gerçekti, onun acılı ama vakur annesi de. Bu kadar gerçekliğin içine dalınca Bingöl, kendi de gerçekliğine kavuşuverdi.

Bir şey olmamıştır, çünkü budur. Yüzer-gezer, piyasayla barışık, ideolojik olarak karışık her sanatçının, aydının başına gelebilecek bir “kaza” yaşamıştır. Tıpkı diktatör gibi, freni patlamıştır.

Alev Alatlı’ya da bir şey olmamıştır. Bildim bileli anti-komünisttir; ideolojiler alanında temsil ettiği bulamaç, liberalizmle ulusalcılık arasındaki fantastik yolculukları, öteden beri kötü ve örtülü misyonları çağrıştırmıştır. George Orwell’le ilgili söyledikleri ise harikadır ve neden tepki uyandırdığı anlaşılmamıştır. Bunlar birbirini tanır; Orwell’in kimlerin, hangi kurumların yazıcısı olduğunu bilmeyen kalmadı. Varsın, CIA Orwell’in eserlerini çarpıtmış olsun, varsın hakkındaki “ihbarcılık” iddiası, tamamen uydurma çıksın. Biz biliyoruz ki, Orwell diktatörü ayakta alkışlardı.

Nihayetinde Hayvan Çiftliği!

Şimdi…

Asıl tartışılması gereken, AKP karanlığının ortasında, ünlü bazı şahsiyetlerin diktatör yalakalığını meşru, normal bir davranış haline nasıl ve neden getirebildikleridir. Tamam, yaygın tepki söz konusudur ama “ayakta alkışlayanlar” çoğaldıkça diktatörün eli güçleniyorsa, bu mekanizmayı çözmemiz gereklidir.

Konunun popüler kültürle ilgili boyutunu bir kenara koyuyorum. Bir takım kişilere olmadık payeler biçilmesi, onlardan yıldız üretilmesi kapitalist toplumlarda sanatın da, siyasetin de kuralıdır. Önüne çıkan her şeyi metalaştıran bir sistemin hem yığınları hem de o yığınların başına bela olan “kanaat önderleri”ni yönetirken piyasa ilişkilerini kullanmasına şaşırmamak gerekir.

Asıl, diktatörün, güçlü sandığımız alanlarda nasıl oluyor da bu kadar kolay gedik açtığını sormamız gerekiyor.

Parayla terbiye? Elbette…

Şantaj? Mutlaka…

Tehdit? Birçok örnekte…

Bu kadar mı?

Değil.

Mesele, “canım, hepimiz AKP’ye karşıyız”cılığın omurgasızlığındadır.

Çünkü AKP’ye karşı olmaktan daha önemli olan, AKP’ye neden karşı olunduğudur.

Bingöl ya da Alatlı’nın tutumlarından çok daha vahimini bugün her ikisine de son derece sert eleştiriler yöneltenler sergilediler ya da sergileyenlere tavır alamadılar geçmişte.

AKP karşısında cemaatle ittifak örneğin. Baş düşman edebiyatıyla, “düşmanımın düşmanı dostumdur” kafasıyla yürütülen kampanyaların elebaşları ya da kabullenicileri, Bingöl ve Alatlı’nın öncülleridir.

Tersinden bugün cemaate karşı AKP ile işbirliğine giden, üstüne bununla övünenlerin, sırf Bingöl bu işi beceriksizce yaptığı için, daha makbul sayılabileceği nereden çıkıyor?

Karşıtlarının omurgasızlığı diktatörün gücüdür.

Bu ülkede MİT Müsteşarına övgü düzenlerin hâlâ ilerici, solcu olarak görülmesi, konu Kürt sorunu olduğunda, kural ve ilkelerden derhal arınılması, diktatör kuyrukçuluğunun önünü bir güzel açmıştır.

Gericilik, Amerikancılık, piyasacılık bir bütündü. Bunu söylediğimizde “hayal alemi”nde gezmiş oluyorduk. Gezmeyenlerin alemini görüyoruz!

Sömürüyü madende işçi ölünce hatırlayıp vicdan denizinde alt etmeye kalkanların, ABD emperyalizmiyle hesaplaşmayı Latin Amerika’ya bırakanların, gericiliği halk kültürü ile açıklayacak kadar saçmalayanların içinden daha neler çıkacak, neler. Göreceğiz!

Diktatörlüğün sınıf temellerini, gericiliğin arkasındaki tekelci zihniyeti, sosyalizm düşmanlığının dün olduğu gibi bugün de her tarafı kirlettiğini görmezden gelenlerin Bingöl’e, Alatlı’ya kızmaya hakları yok.

Benim düşüncem şudur; keşke hepsi onlar gibi ölçüyü kaçırsa. Keşke.