Bugün devrim için ne yaptın?

Tecavüzcüyü evlilikle aklamak… Meclis, bir Erdoğan’ı başkan yapmakla bir de bununla uğraşıyor.

Kapitalizm siyasi iktidarda cisimleşmiş, çocuklara tecavüz ediyor; emeğe tecavüz edebildiği için, adalete tecavüz edebildiği için, bilime ve sanata tecavüz edebildiği için…

Ve biz bu ülkede her sabah kaç çocuğa tecavüz edildiğini öğrenerek ve de bunun buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu bilerek başlıyoruz güne…

Devrimcilik sabır işçiliğidir de, sabır filan kalmadı. İhtiyacımız olan sabır değil, inat.

O halde “bugün devrim için ne yaptın”?

Goygoyla olmuyor.

Zamanı ne kadar iyi kullandın, kaç kişinin elinden tuttun, kaç kez dik durdun, kaç saatini sermayeye ne kadarını insanlığa verdin, kaç dakika tembellik hakkından feragat ettin, kendini kaç defa üretken kaç defa asalak hissettin, kaç kez başkalarını ve kendini kandırdın kaç kez gerçeğe bel bağladın?

Umutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır ve bugün ülkede giderek yayılmaktadır. En fazla “yenilmez” ve “yeri doldurulamaz” bir adamla ilgili efsanelerden güç almaktadır.

Türkiye’de sol, artık alay konusu olmaya başlayan ilkel hamasetle değil, akıl ve yaratıcılıktan beslenen bir kararlılıkla umut antikorlarını çoğaltmak durumundadır.

Çekip koparmak gerekiyor, koparabildiğimiz kadarını.

Düzen siyaseti bitti. Kimse artık inanmıyor, her şeyin yalan, herkesin hain, en gelişkin olanından başlayarak hepsinin cahil olduğunu düşünmek için solcu olmak gerekmiyor; milli irade diye yutturdukları parlamentoda vekillerin oylarını gözetleyen sapıklar iktidar saflarında.

Bir iktidar partisi ki, başbakanını buruşturup atıverdi kenara, “kişiliksizdi ama istendiği kadar değil” diyerek… Bir ana muhalefet partisi ki, Meclis’teki oylamaya “Anayasa’ya aykırı ama evet vereceğiz” diye gidip, çoğunlukla “hayır” oyu atmayı “yaratıcı” siyaset sanmakta… Bir diğer muhalefet partisi ki, genel başkanı kongrede devrilmemek için iktidar partisinin kanatları altına sığınmakta… Meclis’ten atılmakla tehdit edilen bir başka muhalefet partisi ki, düne kadar ülkeyi karanlığa gömen iktidarın temsilcileriyle neden sarmaş dolaş görüntü verdiklerini bile açıklamaktan aciz, “koşullar uygun olursa yine aynısını yaparız” diyebilmekte…

Düzen siyaseti bitti.

Umutsuzluğun temelinde bu var.

Düzen siyaseti inandırıcıyken umutsuzluk yayıyordu, biterken de umutsuzluk saçıyor her tarafa.

Evet, çekip koparmak gerekiyor düzen siyasetinden.

Referandum geliyormuş, “hayır cephesi”ni örgütlememiz gerekiyormuş, erken seçim kapıdaymış, “en geniş güçlerin birliği”ni şey etmeliymişiz.

Yani…

Umutsuzluğun parçası olmalıymışız.

Referandum ya da sandık karşımıza konduğunda tek bir amaç için, bu oyunun parçası olmayacağımızı göstermek için tavır alırız. Diktatöre hayır da deriz, sosyalizme evet de!

Ama bu ahmaklığın ve çürümenin parçası olmayız.

Her tarafı dökülüyor sistemin, her tarafından kan ve kir akıyor, her tarafta tekleme ve kriz işareti var. Sürekli kavga, sürekli gerilim…

Bir tek işçi sınıfını sömürürken hayat pürüzsüz!

İhaleler tıkır tıkır veriliyor, kölelik anlamına gelen iş yasaları şak diye geçiyor, ülkede neredeyse tek bir grev yok, insanlara işten çıkarıldıkları haber bile verilmiyor.

Böyle bir ülkede Hulusi, Sümeyye’ye şahit olur elbet.

Biz bu kavgada varız. Diktatör bozuntusuna, onun nazırlarına, paşalarına, kadılarına, hocalarına; hayır denmesi gereken her durumda…

Ama yarın bir kez daha, tıpkı 2011’de, tıpkı 2014’te, tıpkı 2015’te olduğu gibi “diktatöre karşı birleşelim” çağrısı yapıldığında, “biz buradayız, sizi de bekleriz ama o bataklığa asla sürüklenmeyiz” diyeceğiz, şimdiden söylemesi.

Ekmeleddin’den, Selo Başkan’dan, onlar olmadı cemaat bülbüllerinden, Gül’den, Arınç’tan, Hoca’dan, Akşener’den umut çıkmayacağını birileri söylemek zorunda. Antikorları çoğaltmak için.

Diktatöre boyun eğmeyeceğimiz gibi, şantaja, tatava yapma diyenlere de boyun eğmeyiz.

Asgari müştereklerde buluşmayacağız. Diktatör sorunsa, herkes bildiği gibi mücadele etsin onunla, buna itirazımız yok.

Ama…

Artık açık konuşma zamanı geldi, asgarisi ya da azamisi yok: Yurtseverlik, cumhuriyetçilik, aydınlanmacılık, emperyalizm ve faşizm karşıtlığı, sermaye sınıfına ve onun düzenine karşı düşmanlık. Bütün bunlardan tek bir parçanın eksilmesi bile çürütücüdür.

Laik olalım ama Kürt milliyetçiliğine göz yumalım. Laik olalım ama Türkçülükle flört edelim. Laik olalım ama çağdaş sermayeyi hoş görelim. Laik olalım ama NATO’da kalalım.

Kalsın!

Bizim durumumuz o kadar umutsuz değil. Umutsuz olan, bitmiş bir düzenin içinden çare çıkarmaya çalışanlar.

Ama onlar çoğunlukta…

Hep birlikte oradalar… Uyum sağlayanlar, nemalananlar, yakınanlar…

Çoğalmamız gerek.

Bugün devrim için ne yaptın?

Ölçülebilir mi bu?

Evet.

Ölçülebilir, kaç kişiyi çekip aldın çürüyen düzen siyasetinden? Yanıtlanması gereken budur ve hiçbir sözün, hiçbir eylemin, hiçbir yazının çoğalmaya hizmet etmiyorsa değer taşımadığı bilinmelidir.

Bu yazı, Meclis’e bakıp acı acı gülünmesinden, “ne olacak bu memleketin hâli” diye hayıflanılmasından, AKP’nin içinde, CHP’nin kenarında, MHP’nin tepesinde yaşananlardan dehşete düşülmesinden dolayı yazılmıştır.

Bu tabloda iki Türkiye vardır. Vah vah bir sonuçtur ama oh oh da bir sonuçtur.

Memlekete düzeysizliğin, ahlaksızlığın, yalanın, ikiyüzlülüğün egemen olmasından mutlu değiliz elbette, ama “hepimiz aynı gemideyiz”in kocaman bir yalan olduğunu çok iyi biliriz. Batacaksa batacak o gemi ve batıyor. Batsın!

Yeni bir yaşam, yeni bir ahlak!

Türkiye’nin sorunu Erdoğan’ın başkan olup olmaması değildir. Türkiye’nin sorunu, bu ülkenin temel sorununun Erdoğan’ın başkan olup olmaması olduğunun sanılmasıdır.

Erdoğan buradan güç almaktadır.

Erdoğan’ın düzen içi karşıtlarının zayıflıkları buraya odaklanmalarıdır.

Erdoğan’ın düzen içi karşıtlarının zayıflığı, bizim umutsuzluğumuz değil umudumuz olmalıdır.

Bugün devrim için ne yaptın?

Kaç kişiyi Erdoğan sendromundan çıkardın?