Bu savaş ilanıdır

Başlığa bakıp, “kaçıncı” diye sorabilirsiniz. Doğrudur, Başbakan Erdoğan’ın siyaset anlayışı “halka savaş ilan etmek” üzerine kurulu. Öğrenci evlerine ilişkin açıklamaları da “savaş ilanı”dır. Ayıptır söylemesi, ilk konuşmasından sonra hükümet cenahının panik içinde başkanlarını yalanlama, düzeltme çabası içine girmesinin ardından Tayyip’ten “ne var, elbette önlem alacağız” türünden bir laf bekliyordum. Bekliyordum, fazla bekletmedi!

Böyle ana muhalefet yakalamışken, böyle bir başka muhalefet yaratılmışken, toplumsal yaşantının dinselleştirilmesi karşısında kem küm eden, bu alanda siyasi aklı bıraktım gram medeni cesaret göstermeyen bir siyaset tarzı bulmuşken, elbette fazla beklemeyecek, yüklenecek. CHP bu saatten sonra dik durmaya kalkarsa sorun yaşayacak, boyun eğmeye devam ederse de hükümet için hava hoş! Kürt siyaseti, “özgürlükler” filan üzerinden AKP’nin dinselleştirmesini eleştirse Başbakan’ın “işte bunlar böyledir, dinsizdir” suçlamasıyla karşılaşacak. Cemaat, Erdoğan ile giriştiği rekabette, sürekli inisiyatif alan ve cemaatin de tabanının hislerine hitap eden siyaset tarzını hesap edemediğinden, “mükemmel” gözüken stratejisini bir türlü hayata geçiremiyor.

Anlayacağınız, Erdoğan bir düzlemde işi iyi götürüyor.

Ancak iş orada bitmiyor.

Birileri siyaset alanında “ince hesap” yapıyor olabilir, kendilerince gericileşme karşısında boyun eğmeyi gerekçelendirebilir ama toplumsal alanda durum farklı.

Türkiye’de kentli gençlerin ve kadınların çok büyük bölümü AKP’de ölümü görüyor. Dolayısıyla manevra yapacak halleri yok. Yaşamı, kendilerini savunacaklar. Bunun ne anlama geldiğini liberal kafaların anlaması mümkün değil. Onlar işin alt kimlikler, çoğulculuk, çokseslilik, uzlaşma kültürü gibi boyutlarıyla ilgiliydi. Yıllarca kadın sorununu, LGBT bireylerin isyanını, gençlerin arayış ve mutsuzluğunu oportünistçe istismar ettiler. Piyasanın bütün bu başlıklardaki uğursuz rolünü görmezden geldikten sonra şimdi sistematik biçimde yürütülen “ideolojik recm”i utangaç bir biçimde destekliyorlar.

Hemen söyleyeyim, komünistler neden bu kadar duyarlı?

Üç nedeni var.

İnsanı savunuyorlar. Sonuna kadar. Bu savaşta kadının, gençlerin yenilmesi Türkiye’de insanın yok edilmesidir. Bu imkansızdır ama, insan buna direneceği için imkansızdır!

Kendilerini ve siyaset yapma hakkını savunuyorlar. Yine sonuna kadar. Bu savaşta diktatörün kazanması, siyaset alanının tamamen tasfiyesidir.

Emeği savunuyorlar. Kentli gençler ve kadınlar, artık kır nüfusu her açıdan marjinalleşmiş Türkiye’nin emekçi toplamına renk çalmakta. Gençler ve kadınların padişahın zaptiye tedbirlerine boyun eğmesi, emeğin tüm mücadele zemininin ortadan kalkması anlamına gelir.

Unutulmasın, Türkiye’de dik başlı, özgürlükçü kadın, liberaller tarafından yaratılmadı. Bu işin bir tarihi var. Yine liberaller tarafından sözgelimi “İzmirli kadın” figürünü aşağılamak için dillendirilen “orta sınıf Beyaz Türk” nitelemesini haklı çıkaracak örneklere değil, geçtiğimiz yüzyılın erken dönemlerinde Ege’de incir, tütün işletmelerinde hem bedenini hem aklını özgürleştiren genç kadınlara odaklanılmalı.

Sevgili gençler, tehdidi algılıyorsunuz. Size bunu anlatmanın bir anlamı yok. Ama yine de bugünkü kepazeliği tarihsel bir bağlama yerleştirmek için Orhan Kemal’in İstanbul’una, Şükran Kurdakul’un İzmir’ine, Sevgi Soysal’ın Ankara’sına bir bakın derim. Emekçi mahallelerindeki “özgürlük havası”nı bu ustaların öyküleri marifetiyle koklayın. Türkiye işçi sınıfının zamanında sömürü düzenine karşı bu “hava”yı soluyarak ayağa kalktığını daha iyi anlayacaksınız.

Ve onlar gibi yaşamı savunacaksınız, daha iyi bir yaşam kurmak için!