Bu ne arsızlık!

Sovyetler Birliği çöktüğünde de aynı davranışı sergilemişlerdi. Bir yandan zil takıp oynuyor, öte yandan "gördünüz mü, solculuk böyle olmaz, şöyle yapmak, şunları savunmak, şurada hizaya girmek gerekir" diyerek akıl hocalığına soyunuyorlardı.

Sosyalizme karşı yürütülen haçlı seferinin paralı neferleri olarak insan aklını yok etmek için girişilen derin operasyonlarda üzerlerine düşeni yaptıktan sonra kendilerince bir Marksizm peydahlamaya kalkmışlardı.

Karşı-devrimin bütün Doğu Avrupa'yı silkelediği 1989-1991 aralığında demokrasinin, özgürlüğün, barışın, evrensel hukukun üstünlüğünün eli kulağında olduğunu ilan ederek, solun da bu dünyada yer kapmasını talep edecek kadar pişkinlerdi.

Dizginlenemeyen kapitalist sömürünün, 20. yüzyılın başlarındaki açgözlülüğüne dönen emperyalizmin insanlığı tehdit ettiği bir dönemde "yeni türde solculuk"tan kastedilen tam da buydu: Piyasaya ve küresel güçlere boyun eğeceksin. Efendilerimizin onaylayacağı solculuk buydu!

Oysa 1990'lardan itibaren galebe çalan Yeni Dünya Düzeni'nde sol ancak bu düzeni yıkma çabasıyla anlam kazanabilir, bu düzeni tehdit ettiği oranda var olma hakkı elde edebilirdi.

1991'de gerçek sosyalizmin yolunun açıldığını ileri sürenlerin bir bölümü solculuğu filan tamamen unuttu. Bir bölümüyse utançtan ağzını açamaz hale geldi. Onca kampanyaya, büyük paralarla düzenlenen döneklik turlarına karşın sol emperyalizme ve kapitalizme karşı konumlanabildiği oranda sol oldu, yeni düzeni sıkıştırdığı ölçüde gerçeklik kazandı.

Sonuçta Sovyetler Birliği'nin yıkılışından sosyalizmin düşmanlarıyla barışık bir tür solculuk çıkarmaya çalışanlar kıç üstü oturdu. Sola zarar verdiler ama istedikleri türden bir sol yaratmayı da pek beceremediler.

Türkiye'de de, 1980'lerde başlayan "sosyalizmsiz ve devrimsiz sol" arayışında başarılı olamadılar, en azından solu tamamen tasfiye girişimi, 12 Eylül'ün devam eden müdahalelerine karşın, mümkün olmadı. Dönekler dönek olarak adlandırıldı, sağcılar sağcı…

Sonra AKP iktidarı döneminde bir kez daha denediler. Solculuğun AKP'ye boyun eğmekten geçtiğini kanıtlamak için her şeyi göze aldılar, günlük gazete bile çıkardılar, cemaat yayınlarında solculuk tarifi yapılır oldu.

Sol yara aldı ama bu operasyon da başarısızlığa uğratıldı.

Şimdi, AKP Türkiyesi ile karşı karşıyayız. Evet, sol kendini korudu ama AKP'nin dönüşüm sürecini durduramadı.

O halde…

O halde sol değişsin!

Emirleri olur!

Solun değişmesini isteyenler AKP'yi, yani 1990'lerin sonunda "sınırsız sömürü", "sınırlanamayan emperyalizm" için yaratılan Yeni Dünya Düzeni'nin Türkiye'yi yeniden biçimlendirmesi için rol verilen partiyi açık ya da örtülü bir biçimde destekleyenler. Şimdi karşımıza geçip, "gördünüz mü başarısız oldunuz" diyorlar.

Onlara ne!

Başarısızlık bizim başarısızlığımız, başarı da karşı tarafa ait.

Sovyetler Birliği'ni piyasayı hafife almakla, katı plancılıkla, liberal demokrasiye sırtını dönmekle, din kurumlarını siyasetin dışına itmekle eleştirirdiler.

Savundukları değerler bugün her yerde yaşıyor işte… Onları savunsunlar becerebiliyorlarsa bugünkü Rusya'yı, Almanya'yı, Fransa'yı, ABD'yi savunsunlar.

Sovyetler Birliği piyasaya açılmadığı için değil piyasayla, kapitalist dünyayla, burjuva ideolojisiyle yeterince mücadele etmediği için çözüldü. Demek ki, bundan sonra daha iyisi gerekecek insanlığa. Daha iyisi ve daha güçlüsü.

Şimdi de AKP'nin başarısından "solculuk standartları" çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa sol AKP gibi yapamadığı için değil, AKP'ye gereken yanıtı veremediği için 12 Eylül'den bu yana kesintisiz bir biçimde süren gerici operasyon bu noktalara kadar taşındı.

Ne istiyorlar?

Emperyalizm sözcüğünü ağzımıza almayalım. Neden? Saddam'a benzermişiz! Haşmet Babaoğlu böyle buyurmuş bugünkü yazısında. "Yurtseverlik"ten söz eden bir komünist için, Erkan Baş için de "sağcılar gibi gülüyordu" diye eklemiş.

Solcu olmaya hak kazanmak için AKP gibi davranacağız, Haşmet gibi sırıtacak, Hıncal gibi güleceğiz öyle mi!

Ya bunlar ne arsız adamlarmış böyle!