Boyun eğenler...

Memlekette olup bitenleri kanıksamak, onu kendisine sunulduğu, gösterildiği biçimde anlamlandırmak...

İster adına şikayet deyin, ister hayıflanma, Türkiye’de mevcut düzenden hoşnutsuz olanların neredeyse ortak paydası gibidir toplumun haksızlıklar, adaletsizlikler karşısındaki ilgisizliği. Arada emekçi yığınların aslında ayakta olduğunu, büyük bir devrimci enerjiyle devindiğini ileri sürüp birilerini topluma kök salamamakla, işçi sınıfı içinde “olmamak”la, az oy almakla suçlayanlara rastlanır ama zaten onlar başka bir yerde yaşamaktadır ve başka bir yerde onlar geniş yığınlarla birlikte yükselen dalgaların en tepesine tırmanmış, kâh grevde, kâh barikatta, kâh fabrika komitesinde işçi iktidarının hesaplarını yapmaktadırlar.

Onlar konu dışı...

Olağan koşullarda aydının, siyasetçinin, devrimcinin toplumdaki durgunluktan, kayıtsızlıktan rahatsızlık hissetmesi beklenir. Bu durgunluk ve kayıtsızlıktan kendini sorumlu tutabilir, tarihin akışına sinirlenebilir, bu ayrı. Sonuçta ortada hoşa gitmeyen bir durum vardır.

Değiştirmeye çalışırsınız. Emekçi kitlelerin siyasete, memleket ve dünya meselelerine ilgisizliğini kırmaya çaba harcarsınız, haksızlıkları kanıksamış bir topluma övgüler yağdırıp dalkavukluk etmezsiniz ama onu anlamaya, ona sahip çıkmaya özen gösterirsiniz, çünkü siz de oradasınızdır ve çünkü halka küsülmez!

Peki artık ne diyecekseniz siyasetçi, devrimci, aydın, onlarda duyarsızlık ortaya çıktıysa...

“Değiştirmek”ten çok söz edilir, bütün bu sıfatlar da bir bakıma “değiştirmek” iradesini içerir. Nihayetinde tarihi kitleler yapacak, büyük değişimlere büyük toplumsal kuvvetler imza atacaktır ama bütün bu çalkantılar sırasında kendine şu ya da bu misyonu yükleyenlerin hiç değilse bir “algılama” farkı olması beklenmez mi?

2009 Türkiyesi’nde bundan büyük ölçüde vazgeçilmiş durumdadır.

Zor gelmiş olabilir, arıza öngörülenden çok daha vahim olabilir, toplumsal gerçekliğimiz alışkanlık yaratmış olabilir.

Ama kendisini bir biçimde “toplumun ortalaması”nın dışında görenlerin durumu gerçekten ilginçtir.

Uzatmayacağım, meselenin özünü söyleyeceğim. AKP’nin oy tabanındaki, ya da daha devrimci bir yerden bakılıyorsa, toplumsal tabanındaki daralmaya gözünü dikenlerin hiç anlayamadığı bir olgu var: AKP kendini “toplumun ortalaması”nın dışında görenleri, kimilerinin kanaat önderleri diye adlandırdıklarını, siyasetle iştigal edenleri, çeşitli toplumsal örgütlenmelerde yöneticilik yapanları ikna ediyor. Ve en korkuncu solu da ikna ediyor!

Bazılarını bir şeycik olmadığına ikna ediyor. Yani Türkiye bildiğiniz gibi... “Ne yani sanki daha önce sömürülmüyor ve ABD’nin kucağında oturmuyor muyduk” AKP tarafından ikna edilenlerin en bilmiş ve en “devrimci” değerlendirmesi. Bunu geçelim, işi gücü bırakıp “Türkiye kapitalizmi normal akışında seyrediyor”a kendini ve başkalarını ikna etmek için kafa patlatanlara ne dersiniz? Bu kategoridekilerin formasyonları en bayağı ideolojik girdilere karşı direnç gösteremeyecek kadar çürükmüş demek.

AKP bazılarını da “görmezden gelme”ye ikna ediyor. Yokmuş gibi yapmak... Tehdit, şantaj... Olup bitenlere duyarlılık göstermenin sonucu ağır. Türkiye’de insanlar darbeye, faşist generallerin şiddetine direndi ama arkasında önemli toplumsal desteği olan bir partinin alevere daleverelerine boyun eğiyor.

AKP ikna ediyor... Çok tehlikeli olduğuna...

Ordu Valisi’ni görmüyorsan katsayıyı göreceksin, Davutoğlu’nun açıklamasını görmüyorsan Arınç’ınkini göreceksin, Kürt açılımını görmüyorsan Trakya’da olanları göreceksin, piyasa faşizmini görmüyorsan İslamcı faşizmi göreceksin. Ama ille göreceksin, bir şey olmuyor gibi yapmayacaksın!

Görmüyorsan, AKP’nin çok tehlikeli olduğunu fark edip görmezden gelenlerdensin demektir.

Bu durumda ilgi dağıtmak bir yol olabilir, örneğin Türkiye’nin, hem Amerikancı, hem gerici, hem piyasacı bir hükümet elinde demokratikleşmekte olduğunu, dolayısıyla bu iktidarın ikili bir yanı olduğunu söyleyebilirsiniz. Diyalektik düşünce...

Nasıl bundan on yıl önce “Türkiye gericileşiyor” diyenlere “gericiler modernleşiyor, bir şeycik olmaz” dendiyse, şimdi de artılar eksiler... Özelleştiriyor ama TSK’yı dize getiriyor işçi haklarını kısıtlıyor ama Kürt sorununu çözüyor Amerikancı ama darbecileri paketliyor yobaz ama demokrat.

Dediğim gibi solu da kapsayan geniş bir kesim, buna ikna olmak istiyor, ikna oluyor.

Bunun yaygın nedeni, “ikna olmamak” durumunda başa gelecekler. AKP “ben beterim” diyor, bir de işin öbür tarafı var. Toplumsal tercihler, toplumun ideolojik yapısı... Akan sular duruyor. Sonra zerre kadar “demokrasi” olmayan bir ülkeyi istila eden “demokrasi kültürü”! Kürt sorununda “çözüm”e yakınlaşılırken! buna Amerikancı, İslamcı, Osmanlıcı açılım diyerek itiraz etmek... Kolay mı? Kolay mı “öteki” edebiyatıyla koşullanan bir ortamda, hele bu coğrafyanın halklarının çektiği onca eziyetten sonra, “öteki” edebiyatının kimler tarafından hangi amaçla pompalandığını gür sesle söylemek.

Zor...

O zaman ne yapalım?

“Merak edecek bir şey yok, bu da gelir geçer, abartmayın...”!