Bombaların ardından bir yazı daha…

Ankara’daki bombalı saldırının ardından yaşanan gelişmelere kısaca göz atalım.

Henüz üstlenilmese de, saldırının PKK ya da yan örgütleri tarafından düzenlendiği anlaşılıyor. Hem PKK yöneticilerinin açıklamaları hem diğer bulgular bu doğrultuda.

“Şiddeti tırmandıracağız” söylemine eklenen “Erdoğan’ı düşüreceğiz” iddiası, toplumun ilerici, hatta şimdiye kadar Kürt hareketine yakın duran kesimlerini ikna etmemişe benziyor. Ya Erdoğan’ın böyle geriletileceğine inanılmıyor ya da bu gerçekleşse bile, bunun hayırlı bir sonuç vermeyeceği düşünülüyor. İşin insani boyutlarıysa herkesin malumu…

“Gördünüz mü vahşeti” diye ilk andan beri üste çıkmaya çalışan hükümetin kendi tabanı dışında pek inandırıcı olamadığı da ortaya çıktı. Hemen panik içinde AKP’ye açık çek veren Kılıçdaroğlu’nun tersine, artmakta olan şiddetin sorumluluğunun hükümette, hatta Erdoğan’da olduğunu ileri sürenler çoğalıyor.

Buna rağmen, hükümet yalnız PKK ile değil, kendisine karşı olan herkesle giriştiği mücadeleyi keskinleştirmeye kararlı. Kandil’den gelen açıklamalar ise, hiç değilse belli bir süre, Ankara’da yaşananlara benzer saldırıların yaşanacağına işaret ediyor.

Kendine zarar vermeden şiddeti tırmandırma politikasının sınırına gelmiş AKP ile son birkaç yılda batıda elde ettiği siyasal etkiyi bu şiddet sarmalında hızla yitirmeye başlayan Kürt hareketi nereye gidiyor?

Farkında değiller mi?

Batılı ülkelerden geldiği söylenen “Suriye Kürtlerine karışma, içeride ne yaparsan yap” mesajına mı güveniyor Erdoğan?

Yoksa Kürt savaşının tırmanmasının milliyetçi kesimlerle olan ittifakını sağlamlaştırarak kendisini ayakta tutacağından emin, sonuna kadar gitmeye mi karar verdi?

PKK çaresizlik ya da başka yol bulamadığı için mi kestirip attı?

Bu sorulara dar bir zaman diliminde yanıt bulmaya çalışmak yanıltıcıdır. Bugün egemenlerin dünyası, insanın değersizleştiği, milyonların çilesinin kimseyi ilgilendirmediği, yüz binlerin oradan oraya sürüklendiği, alabildiğine soğukkanlı ve acımasız bir dünyadır. Kanlı bir dünyadır.

Belli bir değerler sistemi ile hareket eden hiçbir büyük güç yoktur. Dolayısıyla bugün bölgemizdeki karmaşayı yönetmeye çalışan aktörlerin davranışlarını öngörmeye ya da okumaya çalışırken onları her tür etik parametrenin dışına çıkarmak zorunludur.

Her zaman söylüyoruz; burada çatışan çıkarlar, son tahlilde paranın yoğunlaştığı odaklar arasındaki mücadeledir; tekelci sermayenin kendi iç çelişkileridir, emperyalist sistemin içindeki derin çatlaklardır. Gerisi onlar açısından hikayedir; bizim hikayemiz!

Bu mücadelenin dışına çıkmak için, “bağımsız” bir sınıfsal rota ve ideolojik temele sahip olmak gerekir.

AKP kendisi önemli bir burjuva aktör olsa da, bütün bu bölgesel karmaşa içinde en güçlü oyunculardan birisi değildir ve hızla irtifa kaybetmektedir.

PKK bölgenin en örgütlü devlet-dışı gücü olsa da, büyük güçlerin mücadelesindeki dengelere göre konum almakta ve “ulusalcılık” gibi, geniş bir ittifak sistemine ve ilkesiz siyasete izin veren bir ideolojinin arkasına sığınmaktadır.

İki aktörün birbiriyle ilişkisi ve mücadelesi daha derin bölgesel dinamiklere tümüyle bağımlı olamaz ama o dinamiklerin oluşturduğu iklimde süregelir.

Bu iklim, AKP ile Kürt hareketi arasındaki gerilimde somut bir “kazanan”a asla izin vermez.

(Mücadelenin devletle PKK arasında geliştiği, dolayısıyla bu değerlendirmelerin eksikli olduğu itirazı ilk bakışta haklı gözükse de, bugün geniş anlamıyla sermaye egemenliği ve onun aygıtlarıyla AKP arasında bir özdeşlik kurmak yanlıştır. Bir özne olarak ve en geniş anlamıyla devlet daha farklı bir düzlemdedir ve kendi kaderini AKP’ye teslim etmiş filan değildir.)

Dolayısıyla şu dar zaman aralığında şiddeti tırmandıran, daha da tırmandıracak olan tarafların kendi adlarına elde edeceği bir sonuç bulunmamaktadır.

Erdoğan’ın Kürt isyanını bastırıp muzaffer bir başkana dönüşmesi ABD, Rusya ve Almanya ile Türk büyük burjuvazisinin isteyeceği son şeydir. Bu ancak ve ancak bu sayılan güçler arasındaki gerilimin kontrolden çıkması ile mümkün olabilir.

Evet bir olasılıktır. Ancak siyasette analiz, baskın eğilime yaslanarak yapılmalı, öngörülerek buna dayandırılmalıdır. Suriye’deki gelişmeler Rusya ve ABD’nin kontrolsüzlüğü kontrol altına aldığına işarettir.

Bu anlamda AKP kendini savunmak için şiddeti tırmandırmakta, PKK ise, liderlerinin çok açık belirttiği gibi, kimse tarafından istenmeyen bir aktörün bu saldırılarına aynı yöntemle yanıt vermektedir.

Bu yöntemler Erdoğan’ın bir yere kadar işine gelir. Bir yerden sonra… Tutunamaz. O noktadayız.

Peki bu Ankara’daki şiddeti meşrulaştırır mı?

İnsani, etik yönünü bir kenara bıraktığınızda bile, hiçbir biçimde meşrulaştırmaz. Çünkü buradan Türkiye adına geriye kalacak seçenekler bellidir:

İç savaş… Bölünme… Dağılma… Ordunun devreye girmesi… Dış müdahale…

Daha yumuşak geçişlerde ise kalıcı düşmanlıklarla baş başa kalınacak.

Yumuşak geçişlerin ne anlama geldiğine girmiyorum bile; azıcık Gül, azıcık ılımlı İslam, biraz Arınç, çok çok çok çok yenilenmiş CHP…

Aşırı keskin geçen bir dönemden sonra, bu seçeneğin önünü açacak sürpriz manevralarla karşılaşırsak kimse şaşırmasın. Dediğim gibi ana ya da kısa bir zaman dilimine bakarak olanları anlamak mümkün değil.

Peki bütün bunlar Türkiye komünist hareketi için ne ifade ediyor?

Toplumda bu karmaşadan çıkmayı, kurtulmayı isteyenlerin sayısında büyük artış var. Türkiye’nin geleceği tam da burada.

Ya buraya aydınlanmacı, ilerici, sınıf karakteri çok belirgin ve etik bir müdahale yapılıp, bu arayışın geçeceği bir yol açılacak ya da…

Büyük trajediyi hep birlikte yaşayacağız.

Ancak arayışı ciddiye almak gerekiyor. Gerekiyor ki, uygun yanıtı verebilelim.

Bu yazı Boyun Eğme'nin 24. sayısında yer almıştır.