‘Bitse de işimize baksak’

Kemal Okuyan'ın “'Bitse de işimize baksak'” başlıklı yazısı 15 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Nasılsa birşey çıkmayacak…

Bugün bazı Kürt siyasetçilerinin bile “sözde barış süreci” diye tanımladığı gelişmelere “laf söyletmemeyi” biricik politika sayan bir kısım solcunun kafasındaki bu: Buradan nasılsa bir şey çıkmayacak, nasılsa AKP ile PKK arasında bir anlaşma olmayacak, nasılsa yeniden başa sarılacak…

O halde, “suyu bulandırmayalım, kimseyi küstürmeyelim, sürecin yanında duralım. Yarın Kürt hareketinin gölgesinde siyaset yapmaya devam ederiz”. Böyle akıl yürütülüyor.

Yoksa, sürecin her iki tarafı da memnun edecek biçimde seyredip sonuca bağlanması durumunda işsiz kalacaklar. Başka pek az şey biliyorlardı, bildiklerini de unuttular. Onlara hiç ihtiyaç kalmayacak.

Bunun biraz daha iyisi, Kürt sorununun çözümünün emek eksenli bir mücadelenin önünü açacağı beklentisi. Yani, Kürt sorunu bitecek, devreye solun asli alanı olan sınıf mücadeleleri geçecek.

Çok beklersiniz...

Burada silahların susması, öyle ya da böyle müzakerelerin başlaması ile çözümün kendisi arasında bir ayrım var. Benim anladığım, silahların susmasını oldukça geniş bir kesim istiyor. Herkesin derdi başka elbette. Ancak sol açısından kan dökülmesinin insani boyutları bir yana, halkların birbiirne düşman edilmesinin engellenmesi kaygısı da önem taşıyor. Ve siyasetin kendine daha geniş bir alan bulması için çatışmaların sona ermesi… Buraya kadar tamam ama bunun ötesinde bir beklentiyle, Kürt sorununun çözüleceği ve dolayısıyla gündemin değişeceğine ilişkin bir umutla hareket etmek çocukça.

Kürt sorununu tamamen ayrı, kendi başına bağımsız bir sorun olarak görmenin yol açtığı bir yanlışla karşı karşıyayız. Kürt sorununun başka başlıklardan, bu arada sınıf mücadelelerinden ayrıştırılamayacak yönleri var. Bu nedenle “Kürt sorunu bitsin, biz de işimize bakalım” düşüncesi tamamen hayal.

Kaldı ki, şu anda yaşanan süreç, bölgesel yeniden yapılanmadan Türkiye’nin idari şekillenmesine, ülkenin ekonomisinden kültürüne hemen her başlıkta bir “pazarlık” anlamına geliyor.

Varsayalım ki, AKP ile PKK arasında bu konularda taban tabana zıt görüşler var.

Örneğin bir taraf, gerici bir bölgesel yapılanma istiyor da, diğeri laik bir karakterde ısrar ediyor, dinselleşmeyi kabullenmiyor. Örneğin bir taraf, ABD hegemonyasını güçlendirici düzenlemelerden yana, diğer ise ABD emperyalizminin varlığını bir tehdit olarak görüyor. Örneğin bir taraf, İsrail’in güvenliğini artırıcı bir operasyonun gizli ortağı, diğeri Filistin ve Arap halklarının müttefiki. Örneğin bir taraf her şeyi sermayeye yontuyor, diğeri emekten yana bir tutum alıyor.

Ben böyle bir taraflaşma görmedim. Cahilliğime verin, konunun uzmanları var, her şeye hakimler, a’yı a diye okuyorum “bu aslında b’dir” diyorlar, ben bilmem onlar bilir! Zaten ben de onlara güvenerek “varsayalım ki” dedim! Öbür türlü varsayamıyorum.

İşte varsayalım ki, böyle… O zaman emekten, aydınlıktan, antiemperyalizmden yana tavır almak ve bunları savunanların elini güçlendirmek gerek değil mi?

Ama öyle olmuyor, “süreci desteklemek” diye bir şeyden söz ediliyor. Peki, hani süreç bir mücadeleydi? Hani taraflar vardı, hani her şeyi AKP belirlemiyordu?

Kürt sorunu çözülünceye kadar bekle, görüş beyan etme, çözülünce asıl oğlan olarak sahne al!
Böyle bir şey yok. Bu anlamda Kürt sorunu, bölgenin daimi sorunlarından biri olarak hep kalacak.
Önemli olan, bugün hangi kuvvetlerin üstünlük kuracağıdır?
Emperyalizm mi, yurtseverlik mi?
Gericilik mi, aydınlanmacılık mı?
Sermaye mi, emek mi?

Çünkü kavga burada, çünkü bugün iktidarda olanların saldırıları buralara odaklı.

Kürt sorunu çözülsün diye bekleyenler yarın emek adına ağızlarını bile açamayacakları bir ülkede yaşıyor olabilirler.

Saatlerini bu işin bozulacağı ana göre ayarlayanlar ise çoook eskilerden bir bilgeyi hatırlasalar yeridir: Aynı suda iki kez yıkanılmaz!