Birlik olmaz, olmasın da...

Yunanistan Komünist Partisi’nin düzenlediği Suriye konulu etkinliğe katılmak için Atina’dayım. Etkinlik öncesinde PAME tarafından gerçekleştirilen protesto gösterisindeyiz. YKP’nin inisiyatifiyle kurulan ve ülkenin en etkili işçi örgütü haline gelen PAME, parlamentoda o sırada oylanmakta olan ekonomik pakete karşı eylem yapıyor. Aslında PAME’nin eylemsiz, grevsiz geçirdiği gün yok gibi. Bunların bazılarına gerçekten büyük katılım oluyor.

Bu defaki gösteri çok kalabalık değil. Kalabalık değil çünkü yeterli hazırlık için zaman bulamamışlar. “Solcu” Syriza hükümeti ve onun “devrimci” lideri Çipras halk düşmanı ekonomik tedbir paketlerini Meclis’e aniden getiriyor, bu paketlere ilişkin halkın bilgilenmesini ve tepki koymasını engellemeye çalışıyor. Böylece paketler ardı ardına ama yalnızca birkaç oy farkıyla parlamentodan geçiriliyor.

YKP yöneticilerine “Syrizacı sol nerede” diye soruyorum, acı acı gülümseyerek yanıtlıyorlar: “Buhar oldular!”

Çipras’ı iktidar koltuğuna oturtan seçimler ve referandum aldatmacası sırasında epey gürültü çıkartıp Yunan halkının kurtuluşunu kutlayan “sol” gerçekten ortada yok. Tartışıyorlarmış hararetle, öyle diyorlar!

Syriza’ya yüklenen asıl görev tam da buydu: Emekçi halkı aldatmak ve silahsızlandırmak. Becerdiler, yüz binlerce iyi niyetli insanın hayallerini, umudunu, mücadele azmini körelttiler.

Tıpkı Türkiye’deki gibi…

Bir 2013 Türkiye’sine, bir de şimdiki Türkiye’ye bakın. Fark araya giren üç adet seçim, bu seçimlerde halkı aldatmak, uyuşturmak için ortaya atılan sahte umutlardır. Herkes kendince şikâyet ediyor, “nerede bu insanlar, neden kimse tepki vermiyor”.

E, çok oynadınız halkın psikolojisiyle… Haziran Direnişi’nde “ben varım” diyen geniş bir kesimin sandıktan tavşan çıkacağına ikna edilmesine yardımcı oldunuz. AKP’yle dost mu düşman mı belli olmayan, onu nereye koyacağını bilemeyen iki sosyal demokrat partinin tutarsızlığını “çözüm” ve “kurtuluş” diye insanların önüne koydunuz.

Şimdi, “neden kimse bir şey yapmıyor”!

CHP’liler bunu soruyor, HDP’liler bunu soruyor, sendikacılar bunu soruyor, Alevi örgütleri bunu soruyor, düzen dışı sol bunu soruyor…

Ne yapmaları isteniyor?

CHP’liler halkın “Erdoğan kötü, Gül iyiydi” pankartlarıyla sokağa dökülmesini mi bekliyor? HDP’liler Bursa’da, İzmir’de, Samsun’da insanların hendek kazıp nöbet tutacağını mı umuyor? Devrimci örgütler ha bugün ha yarın, çağrıcısı oldukları küçük eylemlere aniden yüz binlerin sökün edeceğine mi inanıyor?

Halk her gün sokağa çıkmaz, çıkarsa sokağa çıkmanın anlamı kalmaz.

İşe önce bu hareketsizliğin, tepkisizliğin nedenlerini saptayarak başlamak zorundayız. Türkiye’de siyasi iktidara tepkili geniş bir kesim aldatıldığını düşünüyor. Aldatanlar düşünmüyor ama insanlar düşünüyor. Siyasete ilgi azalmamış ama siyasete inanç kalmamış.

Bir tepki yine hızla birikiyor ama kendini daha fazla sakınarak, daha ürkek, çekingen ve kuşkulu.

Ama…

Savaş isteyen bir hükümet var. Suriye’yle, Rusya’yla, Yunanistan’la, Irak’la hır çıksın diye her gün yeni bir girişimde bulunuyor.

İşçiye, öğrenciye, aydına, sanata, bilime, gazeteciye, gence, kadına savaş ilan etmiş bir hükümet bu.

Çözüm çözüm dedikten sonra Kürt insanıyla bir kez daha savaşmaya karar veren de aynı hükümet.

Her cepheden saldırıyor. Tepkilerin azlığının korkuyla pek az ilgisi var. Sorun şu ki, her cepheden saldırı kafaları karıştırıyor, insanların tepkileri dağılıyor, aklar-karalar iç içe geçiyor.

Sığ bakış açısı, “herkes birleşsin” demekte.

Herkes birleşmez. İmkânı yok birleşmez. Türkiye’de AKP karşıtlarının yan yana gelmesi mümkün değil ve yanlış.

Örneğin laik duyarlılıkla Kürt dayanışmasının ortak bir zemin bulmasını beklemek anlamsız. Her şey bir yana, samimiyet testinden çakıldı.

Türkiye’de tepkileri belki daraltacak ama ona kuvvet ve tutkal sağlayacak bir eksenin oluşması gerekiyor. Ergenekonculuk, darbecilik, bölücülük, cemaatçilik derken boynunda akla hayale gelebilecek her tür yaftayla dolanan kişiliksiz bir “muhalefet” görüntüsü Erdoğan’ın kurduğu ve göz göre göre düşülen bir tuzağın eseriydi.

Bu görüntüden kurtulmalı.

Sınıf mücadelesine, emek-sermaye çelişkisine ve sosyalizm hedefine vurgu daraltır mı?

Daralsın; dağılmadan iyidir.

Ve başka çaresi yoktur.

Her tür dengeyi değiştirebilecek bir ölçekle sokağa inen bir toplumu sandığa tıkıştırarak küçültenlerin yarattığı dağınıklığı birlik çağrılarıyla toparlamak yerine, daralmayı göze alıp hamle yapmak kesinlikle daha akılcıdır.

Akılcı ve devrimci…

Hazır Çiprasgillerin estirdiği rüzgâr dinmişken… 

AZİZ NESİN’LE BAŞLAMAK…

İlk siyasal eğitimimi Aziz Nesin’in kitaplarından aldım ben. Çocuk yaştaydım, usta ne yazdıysa edindim, bir solukta okudum. Gülmek için elbette ama daha çok memleketi anlamak için.

Dedim ya çocuk yaştaydım, bir gün otobüste adamın teki “senin için fazla ağır değil mi” diye sormuştu elimdeki Aziz Nesin’e bakarak. “Ne okumalıyım” diye sorduğumda “mesela Yaşar Kemal” demişti…

Sonra Yaşar Kemal’i de çok okudum ama o adamın neden iki ustayı ağırlık testine soktuğunu uzun süre anlayamadım. Ve neden Yaşar Kemal’i daha “kolay” bulduğunu…

Şimdi Aziz Nesin kısmını anladığımı sanıyorum. Nesin kısa yazıyor, çoklukla mizah yapıyordu ama dolayımsız bir biçimde siyasal tavır alıyordu. Yaşar Kemal’le karşılaştırmayı bir kenara bırakalım, gereksiz, o adama sormak gerekti ne demek istediğini yıllar önce!

Ama Aziz Nesin’in gerçekten “partizan” bir yazar olduğunu bugün çok iyi anlıyorum, öykülerine yeniden göz attığımda…

Türkiye’de bir devrimci aydının açması gereken tüm cepheleri açmıştı Aziz Nesin. Patron düşmanlığı başta olmak üzere. Evet, Aziz Nesin’in öykülerinde bayağı gelişkin bir sınıf kini var; “ağır” yani…

Yobazlığa, dinselleşmeye karşı da düşman. O yüzden saldırdılar, yakmaya çalıştılar. Hiç taviz vermedi. Emekten yanaydı ve de aydınlanmadan.

Yurtseverdi aynı zamanda. Emperyalizmden nefret ediyordu.

“Bu asık suratlı adam nasıl mizah yapıyor” sorusunun da yanıtı burada: Aziz Nesin zenginlerden, emperyalizm ve onun işbirlikçilerinden ve yobazlardan tiksiniyordu. Surat asmasın ne yapsın?

Değeri şimdi daha iyi anlaşılıyor. Sermayeye, emperyalizme ve dinselleşmeye karşı durmadan bırakın devrimci olmayı, “aydın” dahi olunamıyor.

Ne mutlu ki “ağır” yazanlarımız varmış. Erken yaşta memleket gerçeklerini, dünyanın çelişkili hallerini Aziz Nesin’den, mücadelenin güzelliğini Nâzım’dan, emekçi halkı Orhan Kemal’den, insanı Sait Faik’ten öğrenebilmek büyük şans.

Alın size eğitim listesi… Benim zamanımda “yeni başlayanlar için” Marksist okuma programlarının ilk üç sırasını tartışmasız Politzer, Huberman ve Engels kaplıyordu. Hiç sakıncası yok. Ama benim “diğer” listemi de yabana atmayın. “Ağır” sonuçları vardır!

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme'nin 12. sayısında yayınlanmıştır.