Bir tutuklama da benden ve muz cumhuriyetinin ilanı

17 Kasım 2012 tarihli soL Gazetesi'nde BAYKUŞ BAKIŞI adlı köşede yayımlanmıştır. Kemal Okuyan soL Gazetesi'nde her gün yazmaktadır.

Öyle bir toplama kampına çevirdiler ki, Türkiye’yi, aklımız da bir tuhaf çalışmaya başladı. Dün bu köşede, BDP Mardin milletvekili Erol Dora’nın tutuklu olduğunu yazdım. Tutukluluğunu nereden çıkardım bilmiyorum. İnternet tarayıp, bulduklarını üst üste sıralayarak “bilgi veren” köşe yazarlarından olmayacağız diye düştüğümüz duruma bakın! Sayın Erol Dora’ya büyük bir özür borcum var…

“Siz neden tutuklanmadınız” diye sormayacağım elbette.

Soranlar var biliyorsunuz… “Dışarıdasınız, o halde siyasi iktidar sizi pek seviyor ya da önemsemiyor…” diye yazmaktalar. Özgürlüğü elinden alınanlarla mümkün olduğunca polemikten kaçınırım, bundan vazgeçmeyeceğim de… Ancak bir-değil, iki değil, haksız yere cezaevinde tutulan bir siyasetçi, tutuklanmayan herkesi zan altında bırakmakta kararlı. Yandaşları da bunu olur olmaz tekrar ediyorlar. Kendilerine de “sataşma” olduğunun farkına varmadan… Öyle ya, neden o değil de öteki içeride? Dışarıda olmak bir zaafsa…

Kuşkusuz bir siyasi iktidarın yaklaşımı, bir insan, grup ya da partiyi değerlendirmek için önemli bir kriterdir. Ancak tek kriter olmadığı gibi çoğu kez yanıltıcıdır da…

Uç bir örnek vereceğim… Şilili faşist Pinochet, ömrünün son yıllarında İngiltere’de tutuklandığında, bu onun İngiliz emperyalizminin baş düşmanı haline geldiğini göstermiyordu kuşkusuz… Aynı Pinochet kendi ülkesinde ev hapsine alındığında, çok sayıda Şilili devrimci özgürdü ve herhalde kimsenin aklına “nerede hata yaptım da darbecibaşı ceza çekerken ben dışarıdayım” diye saçmalamak gelmiyordu.

Bu söylem çirkindir, biraz daha ısrar edilirse, ihbarcılık olarak adlandırılır ancak.

Gelelim bugünkü konumuza…

Birinci, ikinci derken, muz cumhuriyeti ilan edilmiş oldu.

Davutoğlu, “Türkiye, Suriye halkının tek meşru temsilcisi olarak Suriye Ulusal Koalisyonu’nu tanımaktadır” diye konuşmuş. Peki nerede konuşmuş? Cibuti’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı 39. Bakanlar Konseyi Toplantısı’nda. “Tek” demiş mi dememiş mi? Belli değil…
Oysa çok önemli… Türkiye hâlâ Suriye ile bir düzeyde de olsa ilişki sürdürüyor, nota veriyor, Suriye’nin Ankara’daki elçilik binası, elçi ülkesine dönmüş olsa da açık.

Denecek ki, Türkiye Suriye devletini tanıyor ama Suriye hükümetini tanımıyor. Bu mümkün. Ancak şu anda Suriye devletinin, iktidar mekanizmaları Esad yönetiminde. Türkiye’nin başka bir hükümeti tanıması için o hükümetin Suriye’nin kontrolünü elinde tutuyor olması ya da “sürgünde hükümet” karakteri kazanması gerekiyor.

Yakında ilan edecekler büyük olasılık sürgünde hükümeti. Bu hükümeti tanıyan, Esad yönetimini tanımıyor demektir. Ve ortada bir savaş hali olduğu için, “ben tarafım”ın açıktan ilanı!

Peki bu kararlar nasıl alınıyor?

Evet modern zamanlarda, devletler “ben seni tanıdım, onu tanımadım” diye resmi tebligatta bulunmuyor, hatta kendilerine hareket imkanı sağlayacak belirsizliği özellikle tercih ediyorlar. Ancak kimse Türkiye gibi, bu kadar önemli bir konuda, Dışişleri Bakanı’nın laf arasına sıkıştırdığı bir cümleyle iş bitirmiyor.

Davutoğlu tam olarak ne dedi, bu da bilinmiyor. Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesi ben yazıyı hazırlarken henüz konuşmanın “resmi” metnini yayınlamamıştı.

AKP’nin kirli Suriye politikasına alıştık, biliyoruz. Ne dolaplar çevrildiği, kimlere oluk gibi para akıtıldığı, medyanın nasıl manipüle edildiği… Davutoğlu’nun çıkışı ise tüy dikti. Osmanlı düşkünlüğünün, onca cafcaflı, iddialı sözün ardında nasıl bir kalitesizlikle malul olduğu bütün açıklığı ile görüldü.

Yarın Suriye halkının tek meşru temsilcisi saydıkları oluşumdan tuhaf kokular çıkmaya başladığında bakalım ne diyecek, nasıl kıvırtacaklar?
Onlar birbirlerini tanıyadursun, biz de bu muz cumhuriyetinin temsilcilerini tanımıyoruz. Oldu mu!