Bir açılım filmi

Kemal Okuyan'ın "Bir açılım filmi" başlıklı yazısı 16 Şubat 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Solcular yapınca “ıyyy, bir slogancı film daha…”, “her tarafından didaktizm akıyor…”, “seyirciyi aptal yerine koymuş…” diyerek yüzlerini buruşturanlar pek beğenmişler Hükümet Kadın’ı…

Sanatın siyasete kurban edilmemesi düsturu yalnızca devrimci fikirlerin sansürlenmesinde akıllarına gelen “sanat camiamız” mutlu, mesut. Hoşgörünün filmi yapılmış, farklı olanların birbirine saygı ve sevgi duymasının anlam ve öneminden söz edilmiş. Farklı dinler, farklı diller…

Ya farklı sınıflar?

O da ne!

Dil ve din farkı olanların birbirlerine hoşgörüsü, birbirlerini anlamaları, benzemezlikleri zenginlik saymaları iyidir. Ancak insanlığı savaşa, çatışmalara, sevgisizliğe, düşmanlığa yönelten sonuçta başka bir farklılıktır.

Farklılık zenginliktir derseniz, işin içinden çıkamazsınız.

Farklılık aynı zamanda yoksulluktur.

Sınıf farklılığından söz ediyorum.

Hükümet Kadın, yaratıcısının niyetlerinden bağımsız olarak bir “açılım” filmi olarak görülebilir, ülkenin politik gündemi nedeniyle “politik” misyonlar üstlenmiştir ve Türkiye’de aşiret düzenini, ağalığı sorgulamayan bir “politik” film olarak tarihe geçmiştir.

Herkes politik film yapacak diye bir kural yok. Ortalık, insanları aptallaştırmak, çürütmek doğrultusunda politikaya sahip “politik olmayan” komedi kaynıyor. Hükümet Kadın’dan önce bunlardan bir tanesinin fragmanını izledim, Şahan Gökbakar benzeri biri sürekli ama sürekli küfrediyor, bir takım el kol hareketleri yapıyordu.

Hükümet Kadın ise politik bir film!

Liberal dünya görüşüne dair her şey var. Kadın sorununu bir biçimde çözmüş, inançsızlara sataştığı gibi kara çarşaflıya da vurarak “ılımlı İslam”a kucak açmış, Demokrat Parti’yi onurlandırmış, 27 Mayıs’a laf sokmuş, Kürt açılımına destek olmuş, eğitim seferberliği ilan etmiş, bürokrasiyle hesaplaşmış…

Geriye ne kaldı?

Yoksul, mülksüzleştirilmiş sınıfların derdi. Peki onların derdi ne? Onların derdi tembellik! Film boyunca üç tane ırgatın bütün gün yan gelip yattığını, işten kaytardığını görüyoruz. Onları hoşgöremiyoruz, sinirleniyoruz, susuz Midyat’a su getirmek için didinen Belediye Başkanı’nı sabote eden münafıklar olarak damgalıyor ve ötekileştiriyoruz! Herkese hoşgörü, emekçilere empati bile yok!

İşin gerçeği, mekan son derece ilginç, öykü de…

Arada birkaç tane insanı gülümseten iyi örülmüş sahne, sağlam diyaloglar da var. Ancak izleyiciler en fazla küfürlere gülüyor. Artık çok uzun bir süre geçti, yerel bir ağızla “ağzına sıçarım” denmesinde bir mizah kalmamış olması gerekirdi. Ama ne çare… “Hassiktir…”i duyunca kıkırdayan bir izleyiciye komedi yapmak hem kolay hem de çok zor. Gündelik yaşamda kadın-erkek bu kadar küfürlü konuşan bir toplumun, beyaz perdede en sıradan sözcüklere ilk kez duyuyormuş muamelesi yapması, muhafazakarlığın yarattığı baskının ürünü elbette.

Sonuçta Sermiyan Midyat’ın kendi aşiretini ve ninesini anlattığı filmi, bana göre AKP’nin Kürt açılımıyla aynı kaderi paylaşıyor. Eşitsizliklerin kaynağını kurutmadan “hoşgörü” çağrısı bir noktadan sonra kabak tadı veriyor. Açılım goygoycusu liberaller dışında kimseyi memnun da etmiyor anladığımız kadarıyla. Bir din görevlisi dava açmış film hakkında “inanca saygısızlık”tan… Midyat’ın aşireti de “biz böyle değiliz, yakıştıramadık” iddiasında…

Biz de şikayetçiyiz hâkim bey!