Başbuğ'a suç duyurusu!

Ufuk Uras ve bazı arkadaşları Genelkurmay Başkanı için suç duyurusunda bulunduğunu duyduğumda ilk aklıma gelen, Başbuğ'un "halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik"le suçlanmasıydı. Öyle ya, yalnızca bugünkünün değil, Türkiye'deki hemen bütün Genelkurmay Başkanları'nın alışkanlığıdır "tahrik"... Milliyetçilik, şovenizm... Bütün bunlar bu kapsamda değerlendirilebilir.

Başvurucular Uras ve arkadaşları olmasaydı, şöyle de düşünebilirdim: Birileri TSK’nın Amerikancılığına, NATO’culuğuna kafayı takmış ve hâlâ 12 Eylül’ün ürünü Anayasa’da ve yasalarda bile varlığını koruyan bazı maddelere dayanarak ağır bir ithamla dayanmış savcılığın kapısına. “Toplum sağlığına zararlı neşriyat” da güzel olurdu, yazılı basın açıklamaları, ordu bünyesinde yayınlanan sayısız dergiye filan atıfla...

Ama öğrendim ki, şikayet konusu “Başbuğ’un siyaset yapması”ymış, bir devlet memuru olarak konuşmaması gereken konularda konuşuyormuş, bütün devlet memurları için uygulanan yasak Başbuğ’a da uygulanmalıymış ve en önemlisi Genelkurmay Başkanı, sivil iradeye boyun eğmeliymiş...

Böylece, Genelkurmay Başkanı’nın susması, siyaset yapmaması karşılığında, devlet memurlarının siyaset hakkından vazgeçilmiş oluyor!

Böylece, zamanında başta devlet memuruyken Genel Başkanlık yapan Ufuk Uras olmak üzere, birçok devlet memuru tarafından fiilen delinen ve de iyi ki delinen bir yasak “demokrasi mücadelesi”ne destek amacıyla kullanılıyor!

Böylece, günün birinde Türkiye’de bir albayın çıkıp, “Türkiye’nin kurtuluşu bir halk iktidarındadır” demesinin yetkinin kötü kullanımı kapsamında değerlendirilmesine onay veriliyor, bir yargıcın “Türkiye NATO’dan çıkmalıdır” türünden bir çıkış yapması sivillik adına tukaka ilan ediliyor.

Böylece, sivil otoritenin her tür karar ve uygulamasının halk nezdinde meşruiyeti olduğu gibi, ne yazık ki bugün solun kendini en devrimci sayan kesimlerinde bile kabul gören gerici bir teze yeni bir destek geliyor!

Böylece, bütün kurumları alabildiğine siyasallaşmış bir sistemde, sabah akşam emperyalizmin ve piyasanın çıkarlarına hizmet eden silahlı kuvvetlerin sorunu “siyaset yapmak” olarak tarif ediliyor, “kışlaya, camiye, okula siyaset girmez” düsturu kısmen destekleniyor!

Siyaset her yerdedir ve her yerde olmalıdır. Başbuğ “siyasi açıklama” yapmadığında da, NATO toplantılarında, MGK’da, Erdoğan’la başbaşa görüşmelerinde siyasetin içindedir. Sorun Başbuğ ya da bir üst düzey yargıcın ya da bir müfettişin konuşması değil, yanlış konuşmasıdır.

Sol bütün devlet memurlarına siyaset ve örgütlenme özgürlüğü ister. Sol bütün devlet memurlarının sivil otoriteye tabi olması gibi faşizan bir dilek tutmaz. Sol için kurallar değil, içerik önemlidir, doğrultu önemlidir.

Erdoğan konuşsun, Başbuğ sussun diyerek Türkiye özgürleştirilemez.