Baş düşman...

Siyasette “baş düşman” belirlemek çoğu kez vahim hatalara davetiye çıkarmak anlamına gelir. Örnek olsun, bugün hedefi “emperyalizm” olarak daraltmak ya da AKP’yi veya cemaati “gerisini görmezden bile gelebilirsiniz” hesabıyla karşısında şeytanla bile ittifak yapılabilecek aktörler olarak ilan etmek, böyledir. Önceliklerinizi belirlemeden devrimci mücadelede yol alamazsınız, zaten toptancılık hareket etmemekle özdeştir ama siyaseti sürekli “merkez” tanımlayarak yürüttüğünüzde çoğu kez ya o “merkez”i güçlendirir ya da başkaları için tasalanmaktan, kendiniz olmayı unutursunuz.

“Baş düşman”dan başkasını gözünüzün görmeyeceği nadir anlar da gelebilir kuşkusuz. Hitler faşizmi, çok geniş bir coğrafyada “gerisini teferruat” haline getirmemiş miydi? Sonrasında bazı komünist partilerin düzen içi siyasete alışıp devrim fikrini terk etmelerinde bu yılların etkisi oldu olmasına ama bir açıdan faşizm yıllarında bu olumsuzluk da bir teferruat değil miydi?

1941‘den 42’ye yol alınan o soğuk kış günlerinde marksist bir bilim insanı çıkıp “ey Leningradlı kardeşler, özgür Fransa’nın yeraltındaki direnişçileri, beni dinleyin! Nazilerle ölümüne kavgaya giriştiniz ama öte yanda Amerikan emperyalizminin önü açılıyor, bundan çok değil 40-50 yıl sonra insanlık Vaşington’un tutsağı haline gelecek” dese ne olurdu? Münasebetsiz bir açıklama olurdu bu kuşkusuz. Sınıf mücadelelerini dışlayan aşırı pozitivist bir mantığın ürünü olduğundan, tarih tarafından “haklı” çıkması da hafifletmezdi bu soğuk analizin ayıplarını. Ve ister Paris’te, ister Londra’da, ister Moskova’da olsun, sonuç değişmezdi, “hain” damgası yerdi “baş düşman”ı hafifseyen bilim insanı...

İyisi mi, “baş düşman” ilanını siyasi yaratıcılığın, marksist analizlerin konusu olmaktan çıkaralım öyle bir an geldiğinde, zaten hayat dayatır, başka türlü davranamazsınız.

Bugüne gelelim... “Baş düşman” tanımlayarak devrimci siyaset yapılamaz. Bu tanımın içine en fazla yerleştirilen özne olan AKP’ye karşı mücadeleyi etkisizleştiren biraz da “baş düşman” edebiyatıdır. Bir siyasi aktör ancak en az onun kadar somut bir seçenek oluşturularak geriletilebilir. Bugün ulusalcı solun ya da genel olarak AKP’ye karşı “en geniş güçlerin ittifakı”nı arayanların bir türlü başarılı olmaması, yeterince geniş olmamaları değil hiç değilse kağıt üzerinde fazla geniş olmalarıdır.

O kadar geniş bir yüzeyde “ittifak” aramaktadırlar ki, bunun toplumda herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır!

AKP iktidarı bugün emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelenin Türkiye’deki öncelikli başlığıdır.

Ama bu başlığı “baş düşman” saptamasına taşıdığınızda iş değişir, AKP’yi AKP yapan bağlamlar kopar, dostunuzu düşmanınızı şaşırırsınız. Daha da kötüsü, siyasi iktidara hizmet etmiş olursunuz. Az önce de söyledim, doğrultusu olmayan bir karşıtlık ilişkisinde, kazanan az-çok doğrultusu olandır. AKP karşısındaki şekilsiz “muhalefet”, o şekilsizliğin sesi olarak kurgulanan her araç AKP’yi daha da güçlendirmekten başka işe yaramamaktadır. AKP, kendi sağlayamadığı sadeliğe “öteki”lerin yardımı ile ulaşmakta, her birini bir diğerine yapıştırarak kendine alan açmaktadır.

En geniş güçlerin “baş düşman”a karşı gerisini teferruata dönüştürmesi için değil, bugün hakim olan doğrultunun karşısındaki seçeneği toplumsal algıda netleştirmek ve gerçekçi kılmak için çaba harcanmalıdır.

Başından beri AKP karşıtlığının böyle bir eksene yerleştirilmesi gerektiğini söyleyip durduk. Bu bağlamda “baş düşman” tanımından uzak durmakta yarar vardır. Stratejik yanlışlara yol açacağı gibi, siyaseten sakillik de üretir. “Baş düşman asker”dir kimileri için, kimileri “kemalizm”de karar kılmıştır... 

En acıklısıysa “TKP’yi baş düşman” ilan etmektir... Solculuk adına...