Asker ve biz

Yüksek Askeri Şura terfileri bağlandı, asker ya da AKP kanadının bir ötekini sıfırlayacağını bekleyenler tatmin olmadı, hayat akıp gidiyor, bazı konularda şiir gibi bir uyum söz konusu, bazen de hükümetle ordu "atışma" tadında işler çıkarmakta…

E şimdi, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları belli olduğuna göre, yeni bir "asker" yazısı için kolları gönül rahatlığıyla sıvayabiliriz.

Bizim solun bitmeyen öyküsüdür bu, biteceğe de benzememektedir. Bütün kötülüklerin omzu kalabalıklardan kaynaklandığına, halkı inim inim inleten gerçek ve hatta biricik sömürücü gücün TSK olduğuna, devrimci stratejinin her durumda bu kurumu temel düşman olarak belirlemesi gerektiğine inanmamız beklenmektedir. Kafamız henüz çalıştığından olsa gerek, bunun saçmalık olduğunu anlatmaya çalıştığımız oranda askerci, şoven, MGK'ci, darbeci, postal yalayıcı sıfatlarına uygun görülmekteyiz.

Lakin çile bitmez liberal, gizli AKP'ci, doktriner, hayalci gibi oldukça geniş bir skalada yer alan sıfatlarla da anılırız aynı zamanda… Neden çünkü boyumuza posumuza bakmadan generallerimizin içindeki devrimci, devrimci değilse yurtsever, yurtsever değilse Amerikan karşıtı, Amerikan karşıtı değilse muhalif, muhalif değilse huzursuz, huzursuz değilse sıkıntılı, sıkıntılı değilse düşünceli damarı siyasi mücadelemizin merkezlerdeki bir yerlerine yerleştirmemekte ısrar etmekteyiz. Ne ayıp!

Bizim açımızdan son derece basit bir meseledir bu oysa… Marksizm, büyük birikimine şemalarla yaklaşmayanların işini bayağı kolaylaştırmaktadır. Lenin'in eşsiz katkılarını da mutlaka hesaba katarak, devlet teorisi, devrim teorisi, sınıf mücadelelerinin yasallık düzeyine çıkmış işleyiş mekanizmalarını azıcık kavradığınızda bu türden konularda ilkesel hatalar yapmanız zorlaşır. Doğrudur, siyaset ilkelerden ibaret değildir, fırsatları değerlendirme, kritik halkayı belirleme, ataklık, taraflaşma ve saflaşmayı doğru noktada gerçekleştirmek gibi işlemler de büyük önem taşır ama zaten bunlar da sözü edilen birikimin bir parçasıdır.

İlkelerden başlıyoruz…

Ordu, bütün kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de sermaye egemenliğinin en kilit unsurlarındandır. Yapılanması, kadro yapısı, donanımı sermaye egemenliğine hizmete en uygun biçime tasarlanmış ve her gün yeniden ve yeniden tasarlanmaktadır.

Kendisi de sermayeleştirilmiş olsa bile, tıpkı başka ülkelerde olduğu gibi TSK da, burjuva sınıfının iç hiyerarşisini önemsizleştirecek bir özerk güç haline gelemez. Faşizmin askeri diktatörlük biçimleri aldığı örneklerde bile, sermayenin ordu üzerindeki hakimiyeti şaşırtıcı bir biçimde sürer.

Silahlı kuvvetlerin sermaye egemenliği içindeki siyasal ve ideolojik ağırlığı ülkeden ülkeye değişir. Asker sayısı, tarihsel faktörler, "savunma ekonomisi"nin boyutları, bölgesel dengeler, uluslararası bağlantılar, iç ve dış tehdit algıları bu ağırlığı belirleyen faktörler olarak sayılabilir.

Ordu sınıf mücadelelerinden, toplumsal dinamiklerden hem kurum olarak hem de personel olarak etkilenir. En sıkı önlemler dahi bu etkiyi sıfırlayamaz bir kural olarak ezilen sınıfların mücadelesi yükselip devrimci ideolojilerin ağırlığı arttıkça bunun devletin bütün kurumlarını olduğu gibi ordunun değişik kademelerini etkilediği görülür.

Sınıf mücadelelerinin keskinleşmesi devletin ve onun kurumlarının sınıf karakterini değiştirmez, hatta bir eğilim olarak daha belirgin hale getirir mekanizmalar da buna göre tasarlanmıştır. Ancak devrimci dinamiklerin etkisi oranında, bu türden bir belirginleşme ve karşı devrimci bir konumlanış kriz yaratabilir, devlet aygıtı paralize olabilir, kurumlarda devrimci dinamiklere enerji verecek yarılmalar gerçekleşebilir. Böylesi gelişmelere ilişkin öngörü, beklenti ve hazırlığı olmayan devrimci kalkışmaların başarı şansı olmaz.

Ordular emperyalist dünyanın iç hiyerarşisine az çok uygun biçimde uluslararası roller üstlenirler. Bu roller tek tek ülke içindeki kurumsal ağırlıklara ve bu ağırlıklar üzerinden sürmekte olan rekabete ayrı bir boyut kazandırır. Birçok ülkede ordu, uluslararası bağlantılarını ekonomik ve siyasi nüfuz alanını genişletmekte kullanmayı becermiştir. Silahlı kuvvetlerin özerklik alanını genişleten bu durum öte yandan onun bu alanı "halk" adına istismar etmesini engelleyen faktörlerden biridir de. Örnek olsun NATO ve ABD ile ikili ilişkiler bu açıdan da büyük önem taşımaktadır.

Silahlı güç olmaları itibariyle, sermaye düzeni ordu, polis teşkilatı gibi kurumları arzu edilmeyen etkilerden uzak tutmak için çeşitli yöntemler geliştirir bu yöntemler içinde parasal özendiricilerin giderek daha fazla önem kazanması, silah sanayinin bir bütün olarak uluslararası sistem içindeki ağırlığı ve silahlı aygıtların işlevlerini yerine getirebilmek için gereksindiği maddi kaynakların devasa boyutlara ulaşması, ortaya muazzam bir "ordu ekonomisi" çıkarır. Bu ekonominin yönetimi ve rantının paylaşılması her zaman ve her ülkede önemli bir iç mücadele konusudur. Bu mücadele egemenlik aygıtı içinde gerçekleştiği oranda aynı zamanda ordunun "halkçı" etkilerden uzak tutulması için son derece "faydalı" sonuçlar doğurmaktadır.

Şimdilik bunlarla yetinelim… Bunların ne anlama geldiğini bugünün Türkiyesi'nde incelemeye hafta boyunca devam edeceğiz.

Seviyoruz ya bu meseleleri, hani askerciyiz filan!

Asker düşmanı bir de…

Hepisi birdeniz, her şeyiz!