AKP Türkiyesi’nde komünist olmak

Yirminci yüzyıla damgasını, kuşkusuz, insanlığın sınıfsız sömürüz topluma yolculuğunda en büyük sıçrama olan Ekim Devrimi ve onun ürünü olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği vurdu. Vurdu ve 21. yüzyıla yaklaşırken soluksuz kaldı, tarih sahnesinden çekildi. Ardında hem büyük bir miras hem de doldurulması her açıdan imkânsız bir boşluk bırakarak…

Sosyalizmin ağırlığını koymadığı bir dünya kötü, fena. Türkiye, sosyalizmin ağırlığını koyduğu bir dünyada her geçen gün kötüleşen bir düzene sahipken, Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra dünyanın hemen her tarafında sınıf mücadelelerinde, sınıflar arası dengelerde tanık olunan dengesizliklerin de etkisiyle çürüdü, çürütücü bir döneme girdi.

21. yüzyıl Türkiyesi, hemen başlangıcında tepesine çöreklenen AKP’yle anılır hale gelirken bir yandan da onu kabullenmemeyle özetleyeceğimiz bir direnç de üretti. 15 yıl boyunca ne bu direnç AKP’yi silkeleyip atabildi ne de AKP bu direnci yok edebildi.

Türkiye’de sosyalist iktidar mücadelesi bu direnci veri almak zorunda. Çünkü ona Türkiye’de bize ait ne varsa içkin. Bunu reddedip başka bir zemin arayışına girdiğinizde hiçleşirsiniz. Türkiye’nin ilerici birikimini yok sayarak solculuğun mümkün olduğunu vaaz eden liberal-Kürt ulusalcılığı ittifakının solu nereye taşıdığını artık daha fazla tartışmaya bile gerek yok.

Ancak, AKP Türkiyesi ve ona karşı direncin ortaya çıkardığı denklemin kendi haline bırakıldığında solu bir başka tuzağa doğru sürüklediği de bilinmeli.

AKP Türkiyesi, yıllar öncesinden söylemeye çalıştığımız gibi, kapitalizmin tıkanışının ürünüdür ve sermayeye hem bir çıkış yolu açmış hem de onu yeni bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır: AKP Türkiyesi yerleşiklik kazanamamaktadır. Aradan geçen onca yıla karşın...

Geriye dönülemeyen, ileri gidildiğindeyse makinenin dağılacağı bir Türkiye.

Biz eskisine dönme yanlısı değiliz, Erdoğan’ın zorladığı yolculuğun uğursuzluğunu da elbette biliyoruz. AKP Türkiyesi’ne dönük direnç ise giderek daha fazla oranda bugünkü denge haline ya da eskisi ile yenisi arasındaki bir yere razı olanlar tarafından belirleniyor.

Toplumun yüzü geriye döndürülmeye çalışılmaktadır. İleride öcü var, arkaya bakın!

İş o hale geldi ki, CHP’nin Genel Başkanı, Erdoğan’ın bir tık gerisinde kalan Davutoğlu’nu yüceltmekte, “biz sana fittik” demektedir.

Komünistler insanların yüzünü diğer tarafa, Erdoğan’ın zorladığı tarafa çevirmek, hesaplaşmanın orada gerçekleşmesi için uğraşmak durumundadır. Geride iyi bir şey yok, ılımlı AKP diye bir şey hiç yok; “beterin beteri vardır” dendiğinde direnç filan da kalmayacak.

Evet Erdoğan’ın zorladığı, ulaşmak istediği felakettir, büyük tehlikedir, ama karşılığı yoktur, direncin serpilip gelişmesi, kabına sığmaması için Erdoğan’dan kaçmaması, onun Türkiye’yi sürüklemek istediği yolda hesaplaşmayı göze alması gerekir.

Bu hesaplaşma sermayeyi devirmeye yetmeyecektir büyük olasılık, ama sosyalist seçeneğin imzasını da taşıyacaktır. İşin gerçeği, Türkiye’de sol ancak direnci geriye döndürmemeyi becerirse sol olmaya hak kazanacaktır.

Erdoğan’dan kaçarak AKP Türkiyesi’ni “makul” bir koordinatta tescillemek isteyen cemaat, AKP içi muhalefet, CHP ve HDP ile Erdoğan’ın seçeneksizliğini, bu düzenin Erdoğan’a mahkûm olduğunu ısrarla vurgulayan örtük liberallerin tamamı Türkiye’de solu umutsuzluğun parçası haline getirip düzen cephesinin nazar boncuğuna dönüştürmeye çalışıyorlar.

Erdoğan çılgınlığının karşılığı olduğunu, 15 yıldır iktidarda duran bir zihniyetin şimdi faşizm getireceğini söyleyerek diktatörün kendisine yakıştırdığı tanrı-insan konumunu neredeyse benimsemişe benziyorlar.

Bu tuzağa düşmeyeceğiz. Türkiye’nin direnci Erdoğan’ın üstüne üstüne gitmek zorundadır; fabrika ayarları, çözüm süreci, Güllü-Davutoğlanlı günler, açılım-saçılım, Avrupa Birliği çapası bunlar bize göre değildir, Türkiye’nin emekçi halklarına yaramaz.

İşte bu noktada, eğer ileriye bakacak ve kabusla hesaplaşmaktan kaçınmayacaksak sınıf ekseninin mutlak zorunluluk olduğunu bileceğiz. Gericiliğe karşı, aydınlanma ve laiklik kavgası bizim yakıtımız ve aynı zamanda Türkiye’nin direnciyle bağımızdır, ama hiçbir biçimde yetmez. Bu bağ, sermayeye karşı daha sert bir mücadeleye girişilmediğinde bizi sadece ve sadece geriye döndürecektir.

Yani, tek başına laiklik kavgası, Türkiye’de sermaye düzeni artık laiklikle bir daha barışamayacak olsa da, devrim cephesini ileri götürmez.

Zor bir meseledir bu.

Sınıf çelişkilerinin üzeri (en azından şimdilik) örtülmüştür, dinciliğin kapitalistlere yüksek kâr anlamına geldiği açık olsa da, laiklik arayışının bireysel özgürlüklerle ilgili boyutu her daim daha baskın olacaktır. Bütün bunları altüst edecek bir ekonomik krize kadar yapılması gereken siyasal ve ideolojik müdahalelerle Türkiye işçi sınıfının seküler bir güç olarak yeniden kurulmasına ve onun aydınlanma bayrağıyla sermayenin karşısına dikilmesine yardımcı olmaktır.

Özetle işçi sınıfının, sermaye düzeninde sekülerlik savunması yapan bir sınıfa değil sermayeye karşı konumlanan seküler bir sınıfa evriltilmesi gerekir.

Bu aydınlanma kavgasından kaçmak değildir. Tersine, işçi sınıfının seküler bir güç olarak yapılandırılması, gericilikle çatır çatır hesaplaşma anlamına gelir; ancak bu yaklaşımda hedef sosyalizm mücadelesinin önünü açacak, bir ön evre-aşama olarak laik bir siyasal sistem değil, burjuvaziye dinselleşmenin bedelini ödetecek devrimci bir perspektiftir.

Zor ancak mümkündür.

Komünistler AKP Türkiyesi’nde bir gölgelik arayan düzen içi aktörler ve düzen solundan farklı olarak Erdoğan’ın tatminsizliğinden yararlanmalı ve bütün güçlüklerine rağmen, bugünkü düzenle nihai hesaplaşmayı gözeten, onu ciddiye alan bir tarz geliştirmeliler.

Hemen sonuç alınmayabilir, ama çölde palmiye gölgesinden medet ummaktan her durumda daha iyidir.