1924 yeter mi?

Kemal Okuyan'ın “1924 yeter mi?” başlıklı yazısı 23 Mart 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“1924 Anayasası yeter, yenisine gerek yok” dendiği söylendi önceki gün. Hatta birçok gazetede bundan hareketle yorum da yapıldı. Lakin “Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubun tamamı” denerek yayınlanan metinlerde böyle bir ifadeye bir türlü rastlamadım. Ancak bu söz çok farklı siyasi eğilimlerden kişilerce o kadar tekrar edildi ki, herhalde bir gerçekliği var demek durumundayım.

Gerçekçe, bakalım Erdoğan buna ne diyecek? “Yetmez ama evet” mi, yoksa “durmak yok, daha da geriye” mi?

Göreceğiz…

Ama önce 1924 Anayasası’nda ne dendiğine bakacağız.

“Türkiye devletinin dini İslamdır…” yazar ikinci maddede. Bu madde daha sonra değiştirilmiş ve Anayasaya “laiklik” hükmü konmuştur. Yetecek olan hangisidir? Dini hüviyeti olan devlet mi, laiklik mi?

Kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktur 1924 Anayasası’nda. Daha sonra yer verilmiştir kadınlara eşit haklar tanıyan hükümlere. Yetecek olan hangisidir?

69. maddede “Türkler kanun karşısında eşittirler ve ayrıksız kanuna uymak ödevindedirler. Her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır” yazar 1924 Anayasası’nda. Sonrasında değişmeyen bu ifade yeterli midir? O yeterliyse, “yetmeyen” 1961 Anayasası’nda 12. maddede yer alan “herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” ibaresi Kürtler açısından neden yetersizdir?

1924 Anayasası’nın gündemdeki tartışmalar açısından en kritik yeri 88. maddesidir muhakkak. Burada “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” yazar. 1961 Anayasası’nda bu “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” şeklinde düzenlenmiştir. 1982’de aynı ifade korunmuştur. Demek ki, herkese “Türk” denmesinde üç anayasa fikir birliği içinde. Peki hangisinin yeterli, hangisinin yetersiz olduğuna nasıl karar vereceğiz?

Herkesin “Türk” olması herkes için uygunsa, bu kadar gürültü patırtı niye? Birgül Ayman Güler’in suçu neydi örneğin?

İşin gerçeği, artık kodlarla değil, somut konuşmanın zamanı geldi.

İslamiyet’in birleştiriciliği… Demokratik modernite… Bu ve benzer söylemler hem bir şey anlatmıyor hem çok şey anlatıyor.

Silahların susmasının yarattığı “haklı” sevinci gölgelememek gerek, evet. Ancak patronların “yatırım patlaması olacak” diye sevindirik olduğu, İçişleri Bakanı’nın kendine ait olmayan bir terminolojiyle “mektup barışın dili ile yazılmış” diyerek memnuniyet belirttiği, ABD’nin “destekliyoruz” dediği, her kanattan liberalin “tarihsel dönemeç” olarak tanımladığı sürecin arka planını okumalı. Bunu sol yapmayacaksa, kim yapacak!

Çoğunluk “barış süreci” diyebilir.

Bense, “AKP projesine taze kan” demek durumundayım.

İktidarın Irak ve Suriye’deki hesapları için yeni enerji topladığı, siyaset alanının ve toplumun İslamcılaştırılması için yürütülen faaliyetlere güçlü tabanı olan bir siyasi hareketin birinci ismi tarafından açıkça “olur” verildiği gerçeğini nasıl görmezden geleceğiz?

İşin içine Kürt siyaseti girince, AKP projesi başkalaşmıyor ki!

Olur olmaz, bu ayrı tartışma. Ben Türkiye’nin bu “proje”ye sığmayacağını düşünüyorum. Ancak sol eğer üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirirmezse yıkım öyle ya da böyle kaçınılmaz.

Burnundan değil, açık konuşan bir sol gerek.

1924 Anayasası yeter mi dendi, derhal “yetmez ve hayır” diyen bir sol gerekiyor. Saadet Partisi de “1924 Anayasası iyidir, güzeldir” demekte örneğin. Der çünkü 1924 Anayasası’nda da birleştirici olan İslam’dır. Öcalan’ın 21 Mart mektubunda olduğu gibi, AKP’nin epey yol alan projesinde olduğu gibi. Burada Alevilere yer yok, burada başka dinlerden yurttaşlara yer yok, burada inanmayanlara yer yok. Ama asıl mesele bu değil. Türkiye’de tek bir bireyi dışarı bırakmaksızın, bütün nüfus Sünni olsa, bir devleti dinle karakterize etmek gericiliktir. Mesele insanların inancı filan değil, siyasal yapıdır, hukuktur, eğitimdir.

1924 yetmez… 1920 ruhu da yetmez…

2013 yılındayız. Dizginsiz sömürü çağında, emperyalist barbarlığın zirve yaptığı, sağa sola gericilik taşıdığı bir çağdayız.

Kardeşlik, eşitlik ve özgürlük, bugünün kötülüklerine, bugünün yanıtlarını vererek elde edilecek. Osmanlı güzellemeleriyle değil…

***

Yazıya nokta koyduğum anda “Erdoğan’ın İsrail’in özrünü kabul ettiği” haberi geldi. Görüldüğü gibi, “barış” havası her yerde!