“Yaratıcı Yazarlık” mevhumu

Yazar: Bilim, edebiyat, sanat alanlarında kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, kalem erbabı, müellif özellikle gazete ve dergilerde herhangi bir konuda yazı yazan kimse, muharrir yazma özelliği olan sanat değeri olan kitap yazmış veya kaleminin kudretiyle tanınmış bulunan kimse, kalem sahibi. (TDK)

Yaratıcı: Yaratma yeteneği olan, kreatif zekâ, düşünce ve hayal gücünden yararlanarak görülmeyen yeni bir şey ortaya koyan, yapan oluşturucu. (TDK)

Yaratıcı Yazarlık, postmodern edebiyatın yükselişe geçtiği dönemlerde ortaya çıkan bir olgu. Son yıllarda, bu isimde atölyeler açılıyor, üniversitelerde dersi veriliyor. Örneğin Dostoyevski, Balzac, Zweig’a sorsanız, onlar için hiçbir anlam ifade etmeyecek bu tanım, oldukça revaçta. Sanki “yazma” eylemi bir yaratıcılık gerektirmiyormuş gibi, yazar ve yaratıcı yazar gibi ayrımlara gidilmesinin sebeplerini anlamaya çalışıyorum. Yine örneğin, Ferit Edgü gibi usta bir ismin başucu kitaplarımdan olan “Yazmak Eylemi”, bir yazarın mı yoksa yaratıcı bir yazarın mı eseri, işin içinden çıkamıyorum.

Sadece atölye ve dersi de verilmiyor bu mevhumun. Kitapları da yazılıyor. Son örnek de, Semih Gümüş’ün Notos Kitap’tan çıkan “Yazar Olabilir miyim? Yaratıcı Yazarlık Dersleri” isimli kitabı… Çok satanlar listesinden inmeyen bu çalışmanın, yurdumun yazarlığa gönül vermiş, yazar hem de “yaratıcı” bir yazar olma hayaliyle yanıp tutuşan gençlerinin el kitabı olacağından hiç şüphem yok.

Semih Gümüş, edebiyat konusunda “otorite” sayılan, adı sanı almış yürümüş bir edebiyat eleştirmeni. Bu konudaki birikimi kesinlikle göz ardı edilemez. Ancak, son yıllarda eleştirmenlikten çok, “kitap tanıtıcılığı” yapıyor zararı yok. Kendisinin kaleminden en son ne zaman bir “eleştiri” okuduğumu bulmam için epey bir Radikal Kitap sayısı karıştırmam gerekti.

13 Temmuz 2012 tarihli kitap ekindeki “Nasıl Bir Edebiyatımız Var?” başlıklı yazısında, Cumhuriyet döneminden bugüne kadar roman ve öykücülerimizin isimlerini ve önemli eserlerini sıralarken, yazının son paragrafında konuyu şöyle bağlıyor: “1980’lerden ve 1990’lardan sonraki kuşaklara yöneltilen eleştiriler ne olursa olsun, bu dönemlerde yazılanlar, edebiyatımızın geleneksel bağlarından kurtulmasına, bağımsızlaşmasına önemli katkılarda bulundu. Bugün belki yeni ve yenilikçi arayışlar içinde pek görünmese de, kendini yenileyen ve niteliği yüksekte tutan, yaşadığımız hayatın sorunlarını içselleştirme konusunda eski özelliklerini koruyan, daha nitelikli ve olgun bir dille yazılmış metinlerin çoğunlukta olduğu, bana kalırsa bir sıçramanın eşiğinde duran, bekleyen bir edebiyatımız var. Önemli bir aşamadayız.

Son paragraftaki bu eksiklik ve yazıyı üstünkörü toparlama gayreti bir tek beni mi rahatsız ediyor acaba? Postmodernizm üzerinde tepinen ve toplumsallık anlamında bir türlü yeterli ivmeyi kazanamayan son dönem edebiyatımız, hangi eşikte duruyor, sormak istiyorum. Beklediği konusunda ise hemfikirim. Atıl, yerinde sayan, dil oyunlarından öteye geçmekte direnen edebiyat elbette toplumcu bir atılım yaşayana kadar bekleyecektir. Yazar, “beklemekten” bunu kastetmiyor olsa bile…

Semih Gümüş, son kitabında şöyle diyor: “Hiç kuşku yok ki, yaratıcı yazarlık, bir ustadan öğrenilemeyeceği gibi, yaratıcı yazarlık okullarında ya da atölyelerinde de öğrenilmez.”(s.13)

Oysa, Notos’un internet sitesine girip, “atölyeler”e tıklayanların da görebileceği üzere, ilk kurun on dersinden yedisini Semih Gümüş vermekte… Telefon açıp bilgi aldığınızda ise, atölyenin ilk kur ücretinin 680 lira olduğunu kolayca öğreniyorsunuz. Yeni dosyaların “editörlük” ücreti bunun dışında. Onun ayrı bir tarifesi var.

O halde, şu soruyu sorabiliriz: Semih Gümüş, kitabında mı yanıltıyor okuyucuyu, yoksa ders verdiği atölyede mi?

Elif Şafak’ın İskender’i çıktığında, su yüzeyine çıkan intihal tartışmalarını “metinlerarasılık” diyerek meşrulaştıran Semih Gümüş, intihal/metinlerarasılık ile yazarlık/yaratıcı yazarlık ayrımını neye ve kime göre yapmaktadır?

Aynı kitapta yaptığı dört aşamalı okuma önerisine kendi kitabını da dâhil eden Semih Gümüş’ün, bir eşikte olduğunu iddia ettiği edebiyatımız için, sıçrama noktası, sanırım şudur: “Bir de şu var ki, kulağa küpe sayılır: Genç yazarımız toplumsal ya da siyasal sorumluluk duygusuyla heves etmişse yazarlığa, üzülerek söylemeliyiz ki, sonu gelmez.”(s.27)

Bu büyük öğüt, aklı başında olanların kulağında ancak, kirazdan küpe olur.

Gregory Jusdanis, “Kurgu Hedef Tahtasında-Edebiyatın Savunusu” kitabının, “Peki Öğrencilerimize Ne Diyeceğiz” bölümünü şöyle bitirir: “Biz eleştirmenler ve öğretmenler onları matematiğin, bilgisayarların ve doğal bilimlerin kucağına bırakmaya hazırız sanki. (…) Eğer öğrencilerimize edebiyat çalışmalarının değeri konusunda ne söyleyeceğimizden emin değilsek, daha faydacı alanlara kıyasla edebiyat alanının değeri konusunda zaten kuşku besleyen üniversite rektörüne veya dekanımıza edebiyat çalışmalarının gerekliliğini nasıl anlatacağız?

Toplumsalcılığı dışlayan ve öğrencilerine bu yoldan uzaklaşma nasihatini veren bir edebiyat eleştirmenine, politik edebiyatın gerekliliğini de anlatmak gerekebilir, demek ki… Jusdanis, aynı bölümde, New York Times’ın haftalık “kitap eki”nin kurgu eserlerle ilgili yazılardan çok kurgusal olmayanlarla ilgili yazılara daha fazla yer verdiğini de not düşüyor. Bu da, bizim edebiyat eleştirmenlerinin kulağına küpe olabilir.

Yaratıcı yazarlık konusunda -semavi dinlerin kutsal kitaplarını saymazsak- kafam çok karışık ikna olamıyorum. Öznel ve nesnel eleştirinin yıllarca kavgasını vermiş ülkemizde, üstelik hâlâ gündemde olan bir konuda, herkes, her kitap ve yazar hakkında görüşlerini ve eleştirilerini dile getirmeli. Ama, bu işi “edebiyat eleştirmenliği” adıyla yapanların biraz dikkat etmesi gerekmez mi? Bir eleştirmen için, en vahim durum, içinde bulunduğu “ilişkiler yumağı” yüzünden, beğenmediği bir esere beğenmiş numarası yapmak ve eleştirmekten imtina etmek değil midir?

Misafirlikte, önünüze gelen her yemeği ayıp olmasın diye yemek gerekmez. Bamyayı sevmiyorsanız, sevmiyorsunuzdur. Ev sahibine şirinlik yapmak için ağzınızı şapırdatmanız hiç yakışık almaz.

[email protected]