Monolog

Kitapçıya girdiniz. İçeride kimse yok, kitapçı hariç. Telefonunuz çaldı ve konuşmaya başladınız, bağıra çağıra… Beklenen yerden gelecek EFT’yi soruyorsunuz, dövizin son durumunu. Belki de sevgilinizle kavga ediyorsunuz. Rahatsınız, kendinizi güvende hissediyorsunuz. Güvendesiniz elbette. Kitabını okumaya çalışan, hariç.

Yaşlısınız ve toplu taşıma aracında oturan gençten birini gözünüze kestirip tepesinde dikiliyorsunuz. Yer vermesi konusunda sessiz bir taciz… Oturan gencin daldığı kitap zerre umurunuzda değil. Önemli olan nazik poponuzun rahatı. Ne de olsa dünya, sizin çevrenizde dönüyor.

Yaya olarak yolun karşısına geçeceksiniz. Fırlıyorsunuz arabanın önüne, şoförün tedirginliği değil sizi bağlayan. En fazla, ani bir fren yapmaya teşne ayaklar, sizinkiler değil ne de olsa. Ya da şoförsünüz ve takılmış bir ambülansın arkasına şeritleri yara yara gaza basıyorsunuz. İçerideki can pazarı ilgilendirmiyor sizi. Sahi, emniyet şeridini de ihlal ediyorsunuz fırsat buldukça, ne güzel.

Çıma daha atılmamış, vapurdakiler inmeye başlamamıştır. Birilerini ittirerek karaya ayak basma derdindesinizdir ve bir yerlere yetişmeye çalışıyorsunuzdur. Belki de tabakhaneye… Metrobüs kuyruğunda omuz ata ata, inmeye çalışanlara müsaade etmeden yer kapmaya çalışan da sizsiniz, bu da güzel. Kaldırımda yürürken karşıdan yürüyene önem vermeden, onun yolunu değiştirmesini beklemenin verdiği özgüveniniz en üst noktada. Üzerinizde üniforma da olabilir, takım elbise de. Elinizde son model bir cam ekran, telefon özellikleri olan her şey emrinizde…

Kulağınızdaki müzik, etiketinizdir. Otobüste falan, yan koltukta oturan yol arkadaşınızın duyması için son ses dinlersiniz. Belki yanınızdaki gerçekten arkadaşınızdır ve yüksek sesle konuşursunuz yol boyu. Diğer insanlar, sizi dinlemekle mükellef basit birer figürandır. Tüm dertlerinizi, şikâyetlerinizi, özel hayatınızı büyük bir içtenlikle paylaşırsınız, sakınmadan.

Siyaset, futbol, arabalar ve her konu hakkında bilginiz vardır. O konuda herhangi bir kitap okumadan, hafızanızı çalıştırmayı unutarak ahkâm kesmek de en iyi yaptığınız işlerden biridir. Kuran okumadan müslümansınızdır çok tanrılı dinleri bilmeden, şamanizmi duymadan tek tanrıya inanırsınız. O, sizindir. Başkasını dışlamanın yolu bu tür ben-merkezcilikten geçer, farkına varmazsınız. Alevi de müslümandır sizin için değilse de evine bir işaret koyar, mimlersiniz. İşe yaramazsa, yakarsınız, olur biter.

Çocuklara, hatta hızınızı alamayıp ata, eşeğe, ördeğe ve ineğe tecavüz edersiniz ama gusül abdesti almayı ihmal etmezsiniz. Vücudunuzun kiri, vicdan ve insanlığınızın kirlenmesinden daha evladır. Mevlana ile Şems’i okumamışsınızdır, Mevlana’nın hayvanlı fantezilerinden bihabersinizdir ama tasavvufa saygınız sonsuzdur eşcinselleri insan yerine koymazsınız. O, çok çok büyük atalarınızın yediği herzeleri duymazdan gelip, muhafazakârlığı göklere çıkarırsınız. Neyi muhafaza ettiğinizi bilmeden…

Sözcü ve Yeniçağ gazetelerini peş peşe okuyup, muhalif olduğunuzu sanırsınız. İçinizdeki faşisti ortaya çıkararak. Sokağa çıkmak, eylemlere katılmak, hakkını aramak, grev, üniversite kavgaları hep birkaç kendini bilmezin, teröristin provokasyonlarıdır size göre. AKP’ye lanet okuyarak vicdanınızı rahatlatır, seçimde sandığa gitmekten imtina edersiniz. Hadi gittiniz, en fazla CHP’ye basarsınız mührü. Ortak amaç, oyların bölünmemesidir. Çocuklarınızın geleceğini çöpe atarsınız ama vatandaş sorumluluğunuz bir sonraki seçimlere kadar ötelenmiştir. Gönül rahatlığıyla, sıradan konformizme, evlerinize dönebilirsiniz. Çocuklarınıza gerizekâlı diyen bir başbakanınızın olması, toplumun yarısının terörist olarak yaftalanması, ölen çocukların “birkaç Memet” olması, gazetecilerin susturulması günlük telaşlarınız arasında kaybolur. En fazla, birkaç galiz küfür savurursunuz.

Nâzım Usta’nın yazdığı şiiri okumadan, Adnan Menderes’i demokrasi şehidi ilan eder, “kabahatin çoğu sende, güzel kardeşim” dizesini hiç üzerinize alınmazsınız. Niye alınasınız ki? Mühimmat deposunda pisi pisine öldürülen gençler “şehit”, dağda öldürülenler “ceset”tir nazarınızda. Sırrı Sakık’ın oğlu intihar ettiğinde, “evlat acısını tattı şerefsiz” diyerek nefretini höpürdeten de siz değil misinizdir?

Ölüm karşısında bile, kişisel nefretiniz galip gelir. En büyük vatansever sizsinizdir, nasıl olsa. Başkalarının acıları, mutluluğunuzdur.

Foucault’un “bencilliğin tarihi”ni yazmamış olması tesadüf müdür bilmem ama yaşasaydı, bu topraklarda epey nüvesini bulabilirdi. Bencil-eyin.

[email protected]