'Yaratıcı' yazarlık

Bu günlerde sıkça karşımıza çıkarılan bir başlık olduğunu kabul ederek başlamak gerekiyor. Yaklaşık bir ay önce, yine bu köşede, “Yaratıcı Yazarlık Mevhumu” başlığıyla, yeni çıkan bir kitap üzerinden bana düşündürdüklerini paylaşmıştım. O günden sonra bir değişiklik mi oldu da, ikinci bir yazı yazma gereksinimi hissettim? Hayır.

Aksine, Aydınlık ve Zaman gazetelerinin kitap eklerine yansıyan bu başlık düşündüklerimi pekiştirmeme vesile oldu diyebilirim. Örneğin, iki atölye katılımcısının şu söyledikleri önemlidir: “Çoğunluğunu orta yaş ve üzerindekilerin oluşturduğu katılımcıların, bu atölyelerde öğrendi diğer bir şey ise eleştirmek ve daha önemlisi eleştirilmek. (…) Şüphesiz, bütün atölyeler ticari bir kaygı taşımaktadır.” “Emekli olmuş, evde yalnız kalmak istemeyen, ‘arkadaş edinirim belki’ diyen kişilerin yazmaya ve okumaya dair gerçek yeterliliklerinin yönetici tarafından zerre ölçüme tabi tutulmadan yazar olma yoluna sokulduğu bir ‘entelektüel uğraş’ ortamı olarak tanımlıyorum kendi gittiğimi yaratıcı yazarlık atölyesini. (…) Yazarlık atölyeleri doğru işletilebilir ve ‘para gelsin’ mantığından uzaklaşırsa önemli katkılar sağlayabilir.”

Aynı dosya minvalinde Feridun Andaç, bir atölye “yürütücüsü” olarak “usta-çırak ilişkisi ön plandadır” derken, Murat Gülsoy ve Semih Gümüş de tersini savunmuş. Demek ki, bir muğlâklık ve kafa karışıklığı var daha da ilginci, “tek bir doğru, doğrultu” yok bu işte. Güzel.

Atölyelerle sınırlı kalmayan “yaratıcı yazarlık” başlığının 1940’larda Amerikan üniversitelerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak, bugüne kadar okuduğum hiçbir kaynakta, tanımın ne olduğuna dair kesin ve kabul edilebilir bir bilgi bulamadım. Belki de, yanlış kitapları okumuşumdur, bilmiyorum. Bugün de yaygın biçimde üniversitelerin ilgili bölümlerinde dersleri veriliyor. Pınar Kür, Mario Levi, Murat Gülsoy gibi isimler ilk aklıma gelenler… Amerikan kültür emperyalizminde epey işlevli ve yüksek lisans düzeyinde eğitimi verilen bu dersin, ülkemizdeki uygulanışı da uyumsuzmuş gibi geliyor bana. “Creative Writing” denilen bu mendebur dersi alıp, dünya edebiyatında parlayan isimlerin varlığı mevcut olsa da, mesela, Sylvia Plath’ın bu konuda aldığı dersler sayesinde mi yoksa çok iyi bir şair olan eşinin ilhamıyla mı iyi bir yazar olduğuna dair kuşkularım var. Keza, çok sevdiğim Kurt Vonnegut’un da bu dersleri verdiği ve dalgasını geçtiği aklımda…

Roland Barthes’in kavramlaştırdığı “yazar-yazıcı” farkını da unutmayarak şu soruyu sormak istiyorum: Yaratıcı Yazarlık olarak tanımlanan şey aslında, “Yaratıcı Yazım” mı? Eğer böyleyse, reklam yazarlığını bu işin neresine eklemleyeceğiz? Bir tarihçinin kitaplarından ya da arzuhalcinin yazdığı dilekçelerden bahsetmediğimize göre!

Ünlü bir reklam yazarı değil de neden sadece “ismi” olan edebiyatçıların bu işe soyunduğu önemli. Çevrelerini ve isimlerini ortaya koyarak, “yazma” denilen mecrayı kendiliğindenliğe bırakmayıp da ücreti mukabilinde “tanımlama” gayreti bana, iş garantili bilgisayar kurslarından çok da farklı gelmiyor. Çok mu acımasızca? Belki. Ama katılımcılarının bile “grup terapisi” diye adlandırdığı sınıflarda, gerçekten kötü ve niteliksiz ürünlerin hakkıyla eleştirilebileceğini düşünmüyorum. Oradaki insanlar, her şeyden önce bir müşteridir. Dolayısıyla memnuniyet ve kimsenin hevesini kırmamak pekâlâ bir şiar olabilir.

“Virginia Woolf'tan Yazarlık Dersleri” kitabını da, Joyce’un “ Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”ni de, Andrzej Walichi’nin “Rus Düşünce Tarihi”ni de, hatta Wayne C. Booth’un “Kurmacanın Retoriği”ni de kaynakça olarak önümüze koyalım, yine işin içinden çıkamıyoruz. Saydığım kitaplar bu sorunun yanıtı aramıyor şüphesiz ama kafa karışıklığı yaşayanlar ve atölyelere katılmayı düşünenler için biçilmiş kaftan.
Konuyu çok dağıttım, farkındayım. Sadede gelmek ve toparlamak gerekirse, “Yaratıcı Yazarlık” ders ve atölyelerinin, özgün eserlerin çıkmasından ziyade, edebiyatı tek tipleştireceğini ve kısırlaştıracağını düşünüyorum. Postmodern kurguların revaçta olduğu modern dünyada, buradan, toplumcu bir damar çıkmaz, çıkamaz. “Yürütücüler”in şekillendirdiği, yön verdiği dersler, kendileri gibi yazmaya hevesli insanların egolarını okşayabilir sadece. Bir şeyden de emin olmak gerekir elbette: Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın ülkemizde açacağı kürsüler talep patlaması yaşatabilir, ekonomiye can verebilir. Ülkenin hal-i pür melali neyse, sanatı ve edebiyatı da odur maalesef. Okumadan, çok okumadan, delicesine okumadan olunamayacağı gibi, ders dinleyip “ben, bugün …’yım” girişli kompozisyon denemeleriyle de yazar olunmaz. “Yazıcı”, olunabilir belki. İş, bunu açık yüreklilikle kendine itiraf etmekte…

Bir yayınevinin “kişisel gelişim” dizisinden çıkardığı Stephen May’in “Yaratıcı Yazarlık” kitabının arka kapak yazısında, “Yazın dünyasının en iyi isimlerinden profesyonel ipuçları. Yazmayı ister bir hobi, ister gelecekte yaşamınızı kazanacağınız bir iş olarak görün size gerekli yapıtaşlarını bu kitapta bulacaksınız. (…) Kendinize duyduğunuz güveni artıracak pratik alıştırmalar sayesinde yazmanın aslında o kadar da zor olmadığını görecek ve kendi yazı serüveninize çıkabileceksiniz” cümleleriyle de bahsedildiği üzere, hayırlı işler ve bol kazançlar.

***

Gecikmiş bir not: “Yaratıcı Yazarlık Mevhumu”ndan sonra e-posta vasıtasıyla “mefhumu neden yanlış yazdın?” diye soranlar oldu. Mefhum, “kavram” demektir bilindiği üzere. Mevhum ise, “var diye düşünülen, kuruntuya dayanan” anlamına denk düşer, evham’dan türemiştir. Yoksa siz birinci sözcüğü mü kullanırdınız?

[email protected]