Yeni Rejimin Organik Aydınları: Mahçupyan Örneği

Devlet ve şairleri, iki kaşık gibi içiçe uyurlarken/
Geldiği kapkara denize Karpiç'den gönderilmiş bir gemi.

Ece Ayhan, Zambaklı Padişah

25 Ocak 2011’de bu köşede yayınlanan “Hrant’ın Arkadaşları” isimli yazımızda şöyle demiştik: “Hrant’ın başka bir arkadaşı, Etyen Mahçupyan, bundan bir süre önce Taraf gazetesinden Zaman gazetesine geçti ve orada yazmaya başladı. Oysa dönemin Trabzon Emniyet Müdürü olan ve cemaatle organik bir bağı bulunduğu devlet raporlarında iddia edilen Ramazan Akyürek’in Dink cinayetinde nasıl bir rol oynadığı kocaman bir soru işareti olarak ortadaydı ve Mahçupyan’ın yazdığı gazete, cemaatin yayın organıydı. Zaman gazetesi, hâlâ daha bugün Dink cinayetinde polisin herhangi bir sorumluluğu bulunmadığını ispatlamak adına haberler yapmaya, ‘Hrant’ın arkadaşı’ Mahçupyan da Zaman’da yazmaya devam ediyor.”

Odatv baskınıyla gözaltına alınan ve sonra da tutuklanan Nedim Şener, ekip arabasına bindirilirken “Hrant için, adalet için” diye bağırıyordu. Şener’in verdiği mesaj çok açıktı aslında: Yaptığı araştırmalar sonucunda Hrant Dink suikastının arkasında kimlerin olduğuna ulaşmıştı ve şimdi o cinayetin arkasındakiler kendisini susturmaya çalışıyorlardı.

Nedim Şener’in Hrant Dink’le belki de kişisel bir tanışıklığı bile yoktu ama bu cinayeti aydınlatmak için elinden geleni yapıyordu. “Hrant’ın arkadaşları”ndan Mahçupyan ise Zaman gazetesindeki köşesinde 10 Mart günü yazdığı “Çorbadaki Kıl” isimli yazıda Şener için şöyle diyordu: “Şener gözaltı sırasında da tatsız bir hamle yaptı: ‘Hrant için, adalet için’ diye bağırdı. Yani kendine yapılanları Hrant'a yapılanlarla aynı kaba soktu. Hrant'ın manevî mirasının bir rant alanı haline geldiğini biliyoruz. Ancak kendisini araştırmacı gazeteciliğe adamış birinin biraz da kendi kişiliğiyle yetinebilmesi, vakarlı bir duruş sergilemesi beklenir. Maalesef Şener de bu alanda yalpalama yaşayanlardan biri.”

Ne denilebilir ki, bir tarafta başına gelenlerin arkasında yatan esas nedeni anlatma telaşındaki bir gazeteci, öbür tarafta ise, bunu “Hrant’ın manevini mirasını ranta dönüştürmek” diye tarif eden başka bir gazeteci!

Mahçupyan, aynı yazıda Şener’le birlikte tutuklanan Ahmet Şık için ise şunları söylüyordu: “Şık'ın kitabının adı 'İmamın Ordusu' imiş. Gülen hareketi ile ilgili kitap yazmaya kalkan, bu hareketin Emniyet içindeki yapısını gerçekten analiz etmek isteyen birinin bu başlığı tercih etmesi pek inandırıcı değil. Bu başlık okuyucuyu tahrik eden, içeriğinin saldırganlığını daha ilk cümleden belli eden nitelikte. Karşımızda bir gazeteciden ziyade, ideolojik bir aktivist olduğunu ima eden bir tercih bu... Tabii her yazarın kitabına istediği adı vermesi doğaldır ama her adın bir işlevi vardır ve bu örnek meselenin salt gazetecilik olmadığını söylemekte.”

Mahçupyan gibileri, yıllarca bu ülkede, vesayet, otorite, Kemalizm, ceberut devlet eleştirisi yaptılar, kendilerini birer demokrasi militanı gibi sundular ve geldikleri nokta işte burası. Kitap adından niyet okuyan, henüz yayınlanmamış ve içeriği hakkında fikir sahibi olunmayan bir kitap üzerinden ahkâm kesebilen, birini “ideolojik eylemcilik”le suçlayabilen, ideoloji üzerinden eylem yapmanın suç teşkil ettiğini düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız, çorbadaki kıl bile değil söz konusu olan, çorbanın tamamı mide bulandırıyor artık.

Mahçupyan bir gün önceki, yani 9 Mart tarihli “Post Ergenekon Durum” isimli yazısındaysa “Dink cinayetinin çözülmemesinde asker ve polislerin mesleki dayanışmasının rolünü tespit etmiş olanların, şimdi gazeteci dayanışmasının muhtemel işlevini düşünmemeleri şaşırtıcı” diyor ve Ergenekon savcılarının sözcülüğüne soyunuyordu.

Mahçupyan’a göre savcılar, Ergenekon’un sulandırılarak Susurluk’a dönüştürüleceğini ve böylelikle üzerinin kapatılacağını düşünüyorlardı. Bunu yapacak olan güçler aynı zamanda referandum ve seçimleri etkileyerek AKP iktidarını devirmek istiyorlardı. Bu planın merkezinde ise Odatv bulunuyordu. Bu merkez, Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabının bir bölümünü Nedim Şener’e, Ahmet Şık’ın yayınlanacak olan “İmamın Ordusu” kitabının bir bölümünü ise Sabri Uzun’a yazdırmıştı. Savcının bu algısına kesin doğru diyemezdik ama yanlış da diyemezdik, çünkü savcıların elinde bizim de bilmediğimiz kanıtlar olabilirdi.

Yıllarca ulusalcıları, Kemalistleri ve hatta bütün anti-emperyalist güçleri komploculukla ve paranoyaklıkla suçladıktan sonra Mahçupyan’ın ve yol arkadaşlarının liberal komploculuğun mükemmel birer örneği haline gelmeleri tesadüf olabilir mi? Eli her yere uzanabilen bir Ergenekon örgütü, Ergenekon’un sulandırılması için devreye girmiş gizli güçler, onlara hizmet eden gazeteciler, işbirlikçi polis şefleri vs.

Her taşın altından Ergenekon isimli bir heyulayı çıkaran, bütün bir tarihi Ergenekon üzerinden yazan liberal komploculuk! Türkiye liberalizminin geldiği nokta tam da budur: Yasama adına, yürütme adına, yargı adına konuşan, kuvvetler birliğini kendi şahsında cisimlendiren liberal bir faşizm ve onun taşıcılığını üstlenen liberal entelektüel. Yeni rejimin organik aydını statüsüne kavuşmuş, göğsünü yeni rejimin bekası için siper etmiş, yeni rejimle ve cemaatle iki kaşık gibi iç içe uyumaya başlamış, zamanın ruhuna denk düşen politik bir figür!

Yeni rejimle mücadele etmek, başka birçok şeyin yanı sıra, en çok da bu politik figürle ve taşıyıcılığını üstlendiği ideolojiyle mücadele etmeyi gerektiriyor, çünkü rejimin ideolojik tahkimatı da, meşruiyeti de buradan üretiliyor.