Erhan Nalçacı

NAFTA ile girişilen üç ülkenin bütünleşmesi; kamuculuktan ve planlamadan yoksunluk ve emekçi düşmanlığı nedeniyle çöküyor. Bu çelişkiyi çözebilecek tek özneyiz.

Kapitalizm neden ulusların bütünleşmesini sağlayamaz: NAFTA örneği

Erhan Nalçacı

Trump bütün dünyayı sallamaya devam ediyor. Dünya küçük belki ama yine de ABD sermayesi adına yediği naneler bir seferde ele alınacak gibi değil. Bu yazıda ulusların bütünleşmesi sürecine etkisinden bahsedelim.

Ulus kategorisi özellikle Fransız Devrimi sonrası burjuvazinin öncülüğünde tarihsel bir ilerleme olarak belirdi. Feodal parçalanmışlığa karşı burjuvazi kendi tasarrufunda geniş bir pazar ve serbest emek gücü elde ettiği kapitalist üretim ilişkilerini kurmak için ulus devletleri inşa etti.

Dünyada emekçi sınıflarının ise 21. yüzyılda ileri hedefi ulusların ekonomik, kültürel ve siyasi olarak bütünleştikleri bir sosyalizmdir. Tabi ki bu aşama ulusal düzeydeki sosyalist iktidar ve kuruluşları izleyecektir.

1990’larda bir zafer türküsü gibi söylenen “küreselleşme” ise emperyalizmin bütün uluslardan emekçi sınıfların gırtlağına çöktüğü bir yağma ve sömürü düzeninin adı oldu.

Buna karşılık emperyalizm ileride sosyalist bütünleşme için bir nesnel zemin de üretmeye devam etti. Bu gelişme üretim araçlarının özel mülkiyetine karşılık üretimin ileri derece toplumsallaşmasına dayanıyordu. Artık bir nihai ürünün pazara çıkmadan önce kapsadığı ham madde ve ara ürünlerin defalarca ulusal sınırları aştığına tanıklık ediyoruz. Bu durum tarihte hiç görülmedik bir dünya ticaret hacminde sıçramaya neden oldu.

Öte yandan bu koşullarda emperyalist devletler daha büyük bir pazar, ham madde kaynağı ve en nihayet emperyalist hegemonya için ulusların bütünleşmesi yolunda adımlar attılar. Bunun günümüzde en gelişkin örneği Avrupa Birliği (AB) oldu. Buradaki çelişkileri, nelere mal olduğunu ve parçalanma olasılığını başka bir yazıda ele alalım.

Diğer bir örnek ise, ABD sermayesinin öncülüğünde ABD, Meksika ve Kanada arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasıydı (NAFTA). Uzun görüşmeler ve devletler arasındaki birçok ikili anlaşmadan sonra 1994 yılında yürürlüğe girdi. AB gibi ortak para birimi, ortak maliye politikaları ve diğer ülkelere karşı bağlayıcı ticaret politikaları içermiyordu. Ayrıntıları atlarsak bu üç ülke birbirine karşı ticarette gümrük uygulamayacak, ticarette ve yatırımlarda kolaylık sağlayacaktı.

Bugün Trump’ın her iki ülkeye %25 gümrük vergisi getirmesiyle fiilen yıktığı NAFTA 30 yıl önce ABD tekelci sermayesinin bir zaferi olarak görülüyordu. Yirmi trilyon dolar civarında ulusal geliri olan geniş bir coğrafyayı ticari açıdan bütünleştiriyordu.

Bu anlaşmanın neden üç ülkenin sermaye sınıflarının bir projesi olduğunu sonuçlarına bakarak anlayabiliriz.
Öncelikle 1990’lara kadar planlamacı, kamucu ve korumacı bir ülke olan Meksika NAFTA ile hızla serbest piyasa ilişkilerine geçti. Evet, Meksika büyüdü ve sanayileşti ama emekçiler yerlerinde saydılar ve kaybeden taraf oldular.

ABD işçileri de kaybetti, çünkü Meksika’daki ucuz emek gücü nedeniyle fabrikalar ve yeni yatırımlar Meksika’ya taşındı. ABD’li işçiler kuralsız ve üretken olmayan bir emek rejimi ile karşı karşıya kaldılar. Meksika’da ise sınırsız sömürü anlamına gelen birçok serbest ticaret ve sanayi bölgesi oluştu.

Meksikalı emekçiler ayrıca hızlı ve plansız sanayileşme nedeniyle yükselen çevre kirliliğine bağlı olarak da bedel ödediler. Çevre kirliliği bir emekçi sorunudur, çünkü işçiler mekânı terk edemezler, ama burjuvazi o esnada havasını, suyunu henüz kirletmedikleri yerlerde eğleşir.

NAFTA’nın getirdiği bir diğer sorun ise ABD’nin iki ortak ülkeye karşı verdiği büyük ticaret açığı oldu. Aşağıdaki grafik bize bu konuda fikir veriyor:

nafta
Grafik 1: Grafikte ABD’nin NAFTA’daki ortakları olan Kanada ve Meksika’ya karşı verdiği toplam dış ticaret açığının yıllara göre değişimi görülüyor. ABD’nin Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki ısrarlı baskısı sonrası 2020’de yürürlüğe giren ABD-Meksika-Kanada Anlaşması(USMCA)’ndan sonra açığın beklenenin tersine daha da büyüdüğü görülüyor. 2023 yılında ABD’nin 230 milyar dolar civarındaki ticaret açığının 153 milyar doları Meksika’ya karşı verilmiş.

Açığın Kanada ile ilgili kısmının Kanada’dan ABD’ye ham petrol ihracatına bağlı olduğu söyleniyor. Meksika ile olan ticaret açığının ise asıl nedeni ABD sermayesinin Meksika’ya yaptığı açgözlü yatırımlar sonrasında Meksika sanayileşirken ABD’nin giderek daha az üreten bir ülke haline gelmesi olarak gözüküyor.

Örneğin, 2017’de otomobil üretiminde ABD’den Meksika’ya 30 milyarlık ara ürün giderken, Meksika’dan ABD’ye 110 milyar dolarlık ara ürün ihracatı yapılmış.

Grafik 1’de ayrıca Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki NAFTA’ya müdahalesinin etkileri izlenebiliyor. Gümrük vergileri yükseltilerek yapılan müdahale sonucunda ABD-Meksika ve Kanada Anlaşması (USMKA) 2020’de imzalanıyor. Bu anlaşmaya göre otomobil ihracatında ara ürünlerin %75’inin Kuzey Amerika kökenli olması şartı konuyor.

Bu düzeltmenin niye yapıldığını ana hatlarıyla anlamak için Grafik 2’ye bakabiliriz:

mekcin
Grafik 2: Grafik Meksika ve Çin arasındaki ticari dengesizliği gösteriyor. Meksika giderek büyüyen bir ticari açık verirken, 2023’te açık 100 milyar doları geçiyor. (Şu kaynaktan yararlanılarak yeniden üretilmiştir. https://www.statista.com/statistics/1105881/mexico-trade-value-china/ )

Görüldüğü gibi Meksika Çin’e karşı ticaret açığı verirken bunu ABD’den elde ettiği gelirle telafi ediyor. Muhtemelen Çin ara ürünleri bu şekilde Meksika malları içinde ABD’ye satılıyor.

ABD’nin dolar hegemonyası ve kolay borçlanması nedeniyle dev ticari açığını bir yere kadar tolere edebildiğini daha önce incelemiştik. ABD, Dolar hegemonyasındaki gerileme ve dünya üretimine yaptığı katkının azalması nedeniyle bir kısır döngünün içinde buldu kendini. Artık ticaret açığı ve iç borcu sürdürülemez bir noktaya doğru gidiyor. Bu nedenle umutsuz gözüken önlemler almaya çalışıyor.

Bu açmazdan çıkması için ABD sermayesinin ABD’nin içinde emek gücünün değerini düşürmesi gerekecek. Trump’ın etrafındaki burjuva kliklerinin kapışmasının bir süre sonra sermaye ve işçi sınıfı arasında şiddetli bir sınıf savaşına döneceğini tahmin edebiliriz.

Ulusların bütünleşmesi ise bizim işimiz, çünkü bütünleşmeyi asıl engelleyenin üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiden kaynaklandığını biliyoruz. NAFTA ile girişilen üç ülkenin bütünleşmesi; kamuculuktan ve planlamadan yoksunluk ve emekçi düşmanlığı nedeniyle çöküyor. Bu çelişkiyi çözebilecek tek özneyiz.

Gücümüz sadece dünya halklarının ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflara dayanmamızdan değil, aynı zamanda ne yapacağımızı bilmemizden kaynaklanıyor.