Engin Solakoğlu

Sermaye Komün’e karşı zaferini Sacré-Cœur Kilisesi’yle ilan etmişti. Onun cevabı 1917’de verildi. Şimdi Notre Dame Katedrali’nin zafer çanları Suriye üzerinde yankılanıyor.

Notre Dame’ın çanları 

Engin Solakoğlu

Komün Direnişini biliriz. Fransa’nın yarım kalan bir başka devrimi. Komün hareketinin geriye bıraktığı çok iz var. Bunlardan biri de Paris’in en yüksek tepesi Monmartre’da beyaz balina gibi duran Sacré-Cœur Kilisesi. Ne alakası var? Anlatalım.

Komün Direnişi Fransız burjuvazisi açısından ciddi bir uyarıydı. 1789’daki Büyük Fransız Devrimi’nin temel değerleri olan Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik sömürü ve sömürgecilikle büyüyen Fransız sermayesi için artık derin bir tehdit haline gelmişti. O değerlerden vazgeçmeyen, eşitlik olmadan özgürlüğün bir yanılsama, kardeşliğin bir yalan olduğunu bilen Fransız emekçileri 1871’de Komün direnişini başlatıp Devrim’in durdurulan saatini yeniden ileriye doğru işletme kavgası için canları pahasına savaştılar. Yenildiler ama sermaye düzenini çok korkuttular.

Büyük Devrim’in kazanımlarının üstüne kalın bir taassup örtüsü örtülmesinin zamanının geldiğine inanan sermaye düzenine yeni bir simge gerekiyordu. Sacré-Cœur Kilisesi’nin inşaatı işte o direnişten tam dört yıl sonra başlamış ve 1914’te tamamlanmıştır. Resmi söylem, Fransa-Prusya Savaşı’nda ölenlerin anısı için inşa edildiğidir. Oysa Fransa için canlarını verenler Komün direnişçileri, Komün’ü ezmek için Prusya’nın askeri gücünden yararlanan ise Fransız sermaye düzeninin bekçileridir. Fransız sermayesi bir daha Komün yaşanmasın diye milliyetçilik ve dinciliği harmanlamış, yoksul Fransız halkının boğazından kısarak topladığı paralarla Monmartre’ın tepesine o kiliseyi, Aydınlanmanın sırtına saplanmış bir hançer misali dikmiştir.

Beş yıl önce bir yangın sonucu kısmen tahrip olan tarihi Notre Dame Katedrali’nin onarımının tamamlanması vesilesiyle geçtiğimiz cumartesi günü düzenlenen resmî törenle ilgili haberlere, özellikle de törenin katılımcılarına bakarken bunları hatırladım. Trump, Elon Musk, Meloni, İngiliz Kraliyet ailesi mensupları törende yerlerini almışlardı. Laikliğin mucidi Fransa Devleti’nin 9 milyon Avro maliyetle düzenlediği törende Papa’nın mesajı da okundu. Mozart’ın 5. Senfonisi güzeldi ama sonradan bolca ilahiye boğulan törenin “uhrevi” niteliğini değiştirmedi. Eski bir kilisenin yenilenmesi gerekçesiyle yapılan tören bir anlamda emperyalizmin başta dinci gericilik olmak üzere bilindik değerlerine vurgu yaparak restorasyonunun, yeniden inşa edilmesinin simgesine dönüştü.

Suriye’nin nihai çöküşü işte o törenin üzerinden yaklaşık 12 saat geçtikten sonra gerçekleşti. Bölgedeki diğer örneklere kıyasla dinci taasubun en az etkilediği bir model çöktü ve yerini takım elbiseli Siyonist gericiliğin desteklediği bıyıksız sakallı Sünni gericiliğine bıraktı. Dinci gericiliğin emperyalizmle mükemmel uyumu bir kez daha sonuç vermiş oldu. Suriye’de Baas modelinin eksikliklerini, yanlışlıklarını saymaya başlasak sabaha kadar devam edebiliriz ama şunu bilelim ki, onu ikame edecek rejim Baas’ı mumla aratacaktır.

Bu hızlı çöküşü nasıl açıklayabiliriz? Akla ilk gelen yıldızların uyumu gibi bir şey. Astroloji denen soytarılığın müritlerinin dillerinden düşürmedikleri bütün gezegenlerin aynı çizgide buluşmaları Suriye’de gerçekleşti. Emperyalizmin çizmeyi planladığı fikri ve fiziki harita için bütün uygun koşullar oluştu ve Suriye bitti.

Elbette Suriye diye bir ülke var olmaya devam edecek. Muhtemelen federe bir yapıda ama her şeyden önemlisi İsrail ve ABD’nin bölgesel çıkarlarına zarar vermeyecek bir siyasi çizgide. Esat yönetiminin, Rusya ve İran’ın müdahalesiyle kazandığı değerli zamanı iyi değerlendiremediğini söylemek artık bir eleştiriden ziyade tespit sayılmalı. Emperyalist saldırıya direnmek isteyen Beşar Esat, anlaşılan, babasından devraldığı 20. yüzyıl imzalı sistem ile kendi oluşturmak istediği yeni düzen arasındaki sürtüşmeyi bir uyuma dönüştüremedi. Bunun için müttefik saydığı ülkelerden ve örgütlerden kayda değer bir yardım görmediği ise açık.

Son üç aydır yaşananları izleyen bir kişinin bile Hizbullah neden yardım etmedi sorusunu sorması beklenemez. Hizbullah İsrail’in ağır saldırıları sonucu zayıflayan askeri ve kısmen siyasi gücünü onarmayı bir öncelik olarak belirlemek zorundaydı. Öyle de yaptı. Aksi durum, Hizbullahsız, yani tümüyle İsrail’in dümen suyunda bir Lübnan sonucu yaratabilirdi.

İran’dan devam edelim. Direniş ekseninin en önemli destekçisi olan Tahran kendi sınırlarına geri dönmeyi ve savunma hattını orada kurmayı tercih ettiği için eleştirilebilir mi? Bu her şeyden önce ulusal güç ölçütlerini doğru değerlendirdiği, başka bir deyişle sınırlı gücünü kendisine sakladığı şeklinde yorumlanabilir. Daha önce de yazdım. Ortadoğu’da yeni düzen kurmakta olan emperyalizmin bir sonraki hedefi İran. Dolayısıyla Tahran da “önce can, sonra canan” demiş oldu. Direniş ekseni kırıldı ve İran’dan Lübnan ve Filistin’e uzanan çizgi artık yok. Yalnız aksın kırılması direnişin ortadan kalkacağı anlamına da gelmiyor. Bu konuda önümüzdeki aylar ve yıllarda daha çok yazıp çizeceğiz.

Ve Rusya. Geçen hafta Rusya için etkili smaçör tabirini kullandığım için alınanlar, üzülenler oldu. Suriye’de yaşanan trajediyi sportif terimlerle anlatmam, biraz da gayri ciddi bulundu. Amacım elbette yaşananlarla dalga geçmek değil, bu işleri takip eden küçük bir azınlık dışındaki kesimler bakımından daha anlaşılır kılmaktı. Bu kısa parantezden sonra konumuza dönelim. Rusya neden pazarlık yaptı, neden “sattı” soruları yersiz. Bundan bir ay kadar önce yapılan halk açık bir toplantıda üzerine basa basa aynen şöyle söylemiştim: ”Rusya SSCB değildir”. Bu yüzden de eylem ve siyasetinde erdem aramak durumunda değiliz. Putin yönetimi hesabını kitabını yaptı ve Suriye’de değiştirmeye gücünün yetmeyeceği bir olguyla karşı karşıya bulunduğu tespitini yaparak pazarlık masasına oturmayı kendi çıkarlarına daha uygun gördü. Peki neydi o hesap?

Rusya 2015 yılında Suriye’de ağırlığını koyup cihatçı sürüleri püskürttüğünde arazideki durum farklıydı. Birincisi Suriye ordusu bugünküne kıyasla daha güçlüydü. İkincisi İran’ın Devrim Muhafızı birlikleri, Irak’taki Şii güçler ve Hizbullah küçümsenemeyecek bir kara gücüyle Şam yönetiminin yanındalardı. Kimi zaman teknoloji şehvetiyle unutulan bir konu var. Hava gücü düşmanı durdurabilir, geriletebilir ama tümüyle imha edemez. Savaş kazanmak, özellikle de kazanılan toprağı tutmak için insana ihtiyaç var. Kara gücünüz yeterli değilse nihai sonuç alamıyorsunuz. Rusya Federasyonu -Putin filan değil, devlet aygıtı- 2024 yılının Aralık ayının ilk günlerinde Suriye topraklarına baktığında yukarıda saydığım unsurların eksik olduğunu ve 3 değil, 300 uçakla dahi o denklemin değişmeyeceğini gördüğü, keza bir cephe çatışmasına dönüşen Ukrayna savaşı bakımından vazgeçilmez olan kara birliklerinden oraya kaydırma yapmayı da akla yakın bulmadığı için, Suriye yönetimini desteklemekten vazgeçti. Önümüzdeki dönemde bunun karşılığında ne elde ettiğini veya edemediğini göreceğiz. Ancak şu an için görünen Suriye’den tümüyle çekilecek olan Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığının ve Ortadoğu’da belirleyici bir küresel güç olma iddiasının ortadan kalktığıdır. Bunu yeniden tesis etmek kolay ve zahmetsiz/maliyetsiz olmayacaktır.

Çin’den hiç söz edemiyorum. Mercekle baktım göremedim. Mikroskopla denesem belki sonuç alabilirdim ama onu da kullanmasını bilmiyorum.

Sözü uzatmaya ve gerekçe üretmeye mahal yok. 8 Aralık 2024 günü karşımızdaki manzara ABD ve İsrail’in, emperyalizmin zaferidir. Buna sevinen bizden olmadığı gibi, insan bile sayılamaz. Yenilgi salt Esat’a veya salyalı ağızlardan duyduğumuz gibi Putin’e, “Putinciler”e, İranlı mollalara ait değildir. Bu yenilgi bölge halklarının ve insanlığın yenilgisidir.

Yalnız unutulmasın, insanlık ilk kez yenilmiyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Ancak aynı tarih hiçbir zaferin sonsuza kadar sürmediğini, insanlığın direnmekten vazgeçmeyeceğini, emperyalizmin, onun has ortağı dinci gericiliğin ve bunların peşinden giden liberal sefaletin önünde sonunda alt edileceğini de yazmaktadır.

Sermaye Komün’e karşı zaferini Sacré-Cœur Kilisesi’yle ilan etmişti. Onun cevabı 1917’de verildi. Şimdi Notre Dame Katedrali’nin zafer çanları Suriye üzerinde yankılanıyor. Onlara ot tıkamak da insanlığın kaçınılmaz ödevi ve yazgısıdır. 
Ortadoğu hakları da dünya halkları da emperyalizme teslim olmayacaktır.