Engin Solakoğlu

Belediyelerde yürütülen operasyonlarda Akepe/Mehape rejiminin bu kadar pervasızca hareket etmesini sağlayan, o insanlık dışı düzenin CHP tarafından da “norm” kabul edilmiş olmasıdır.

Kasıt, masumiyet ve hata

Engin Solakoğlu

Geçen hafta Türkiye’de yaşananlar ve Barış Terkoğlu’nun bir sözünden çıktı bu yazının konusu. Türkiye’nin en yiğit gazetecilerinden Barış Terkoğlu Onlar TV’nin geçtiğimiz Perşembe akşamındaki yayınında mealen şunları söyledi:

“Başımıza gelen her şeyden bir ders çıkartmak durumundayız. Ergenekon kumpasından sonra biz şu dersi çıkardık. Cumhuriyeti o çok güvendiğimiz kurumlar korumayacaklardı. Cumhuriyeti korumak vatandaşların göreviydi. Bu konuda en çok bel bağlanan TSK mensuplarının büyük çoğunluğu kendi silah arkadaşları açık bir haksızlığa uğrarken bir hapishane ziyareti bile yapmaktan çekindiler. 

Şimdi CHP’nin başına gelenlerden de çıkartılması gereken dersler var. Öncelikle belediyeciliğin bir kamu hizmeti olduğunun anlaşılması lâzım. Belediyecilik şirketlerle, işadamlarıyla yapılacak bir iş değil.”

Terkoğlu’nun sözleri Akepe/Mehape rejiminin aylardır sürdürdüğü belediye operasyonları konusunda düşündüklerimi dile getirmek konusunda bana cesaret verdi açıkçası. Ortada siyasi bir kasıt olduğu, adli görünümlü operasyonlarla özgürlüğünden edilenlerin büyük bölümünün masum oldukları açıktı ama gizlenemeyecek gerçek ise ortada ciddi bir hatanın da bulunduğuydu.

Aynı programda Murat Ağırel’in verdiği bir örnek var. Bir belediye şirketi ihaleye çıkıyor. İhaleyi “kazanan” inşaat şirketi, belediye şirketi yöneticilerine araç tahsis ediyor. Belediye şirketinin savunması bunun “usulden” olduğu yönünde. Yanlış değil. Yani bunun bir usul haline getirildiği yanlış değil. Akepe/Mehape rejiminin her kurumunun her ihalesinde rastlanan bir uygulama bu. Yanlış olan bu “usul”ün kendisi. Sayıştay’ın -henüz bitkisel hayata sokulmamış  olduğu dönemlerde- kesinlikle usulsüz olduğunu sürekli olarak raporlarında belirttiği bir uygulama bu. Neden belirli bir bedel karşılığı alınacak hizmete böyle bir kalem eklensin ki! İlle ihale yapacağız, bir şirkete vereceğiz diyorsanız, o araçların tahsis bedelini de düşürürsünüz ana toplamdan. Böylelikle halkın cebinden patronlara daha az kaynak aktarılmış olur. Bunu akıl edebilmek ne kadar zor olabilir? Bizden öncekilerden de yapıyordu gibi bir savunma olur mu?

Biraz kavramsal düzleme ve geçmişe gidelim. Son beş yıla kadar hep büyük kentlerde yaşadım. Belediye dediğimiz kurum hep hayatımın içinde oldu. Aklım erdiğinde anımsadığım ilk İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’dı. 1973’te seçilen Ahmet İsvan Halk Ekmek fabrikalarını kuran isimdi. Görevi ondan 1977 yılında devralan Aytekin Kotil’in kendi hayatıma da dokunan icraatını daha net anımsıyorum. 1979 yılında ilk açılan Taksim-Zincirlikuyu otobüs hattı. Özel arabası olanların değil, toplu taşıma kullananların gidecekleri yerlere daha hızlı ulaşabilmelerini sağlayan bir yöntemdi. O zaman belediye şirketleri filan yoktu ama örneğin belediye bünyesinde halka temel ihtiyaç maddelerini düşük fiyatlarla sağlayan tanzim satış mağazaları vardı. Aytekin Kotil de Ahmet İsvan da CHP’liydi. Hayatları boyunca sosyalist filan da olmamışlardı ama İstanbul Belediyesi’ndeki icraatları tarihe sosyalist belediyecilik örneği olarak geçmişti.

Aman içinde sosyalist sözcüğü geçiyor diye sosyalist belediyeciliği sosyalizmle veya komünizmle karıştırmayalım! Sosyalist belediyecilik en kaba tanımla kapitalist sistem içerisinde belediye hizmetlerinin kamu eliyle yürütülmesidir. 
Şunun altını da kalın kalın çizelim: Sosyalist belediyecilik kendi başına bir siyasi hedef oluşturamayacağı gibi kapitalist düzenin temel sorunlarını çözecek bir nitelik de taşımaz. Nitekim Lenin de 1907 yılında yazdığı bir makalenin sosyalist belediyeciliğe dair bölümünde1 bunu ayrıntılarıyla anlatır ve derinliğine eleştirir. Anlatmak istediğimiz başka bir şey.

Yavaş yavaş günümüze yaklaşalım. Türkiye sermayesinin “en çılgın” hayallerini gerçekleştirmesinin önünü açmak için yapılan 1980 darbesinin önemli sonuçlarından biri devletin “bir şirket gibi” yönetilmesini meşrulaştırma gayretidir. Devletin tüm kurumlarıyla bir şirkete dönüştürülmesi kamu yararının ortadan kaldırılmasıyla eş anlamlıdır. Belediyeler de bundan nasibini fazlasıyla almıştır elbette. Arka arkaya kurulan belediye şirketleri, geçmişte belediyeler tarafından yürütülen hizmetlerin ihale yoluyla özel şirketlere devredilmesi o çarpık sermayeci mantığın ürünüdür.

İstanbul’da Bedrettin Dalan’ın başkanlığıyla başlayan o sürecin Akepe döneminde nerelere geldiğini, bugün Türkiye’nin başına gelen zihniyeti ve temsilcilerini nasıl finanse ettiğini hep birlikte izledik.

Kurulan o “kâr” odaklı sistem yolsuzluk batağının önünü açmıştır. Bilmek ve Türkiye’de sosyalizmin kurulmasını beklemeden yüksek sesle ve her fırsatta yinelememiz gereken şey “kâr”ın ve “ihale”nin olduğu yerde yolsuzlukla birlikte sömürünün de büyüyeceği ve emekçi halkın kaybedeceği gerçeğidir.

Belediyelerde yürütülen operasyonlarda Akepe/Mehape rejiminin bu kadar pervasızca hareket etmesini sağlayan, o insanlık dışı düzenin CHP tarafından da “norm” kabul edilmiş olmasıdır.

Hayata sermaye gözlüğüyle baktığınızda belediyelerin şirketleşmeleri ve kısmi özelleştirilmeleri sayısız yarar barındırır. Öncelikle güvencesiz istihdamı genişletir, sendikal örgütlenme imkanlarını daraltır. İhsan Alyanak, Vedat Dalokay,Ahmet İsvan ve Aytekin Kotil gibi isimlerin belediyecilik geleneğinden uzun yıllar önce kopmuş olan CHP belediyeciliği bu olanağı sonuna kadar kullanmış ve kullanmaktadır. Şu sıralar genel başkanının ağzından sendikal örgütlenmeyi teşvik sözü veren CHP’nin gerçek yüzü bugün İzmir Büyükşehir’de yaşanan emekçi direnişine yaklaşımıyla görülmektedir. CHP’li İzmir Belediye Başkanı ve trolleri emekçi düşmanlığını açıktan yürütmekte, sendikanın talep ettiği yoksulluk sınırının dahi altındaki ortalama ücreti eleştiri konusu yapabilmektedir.

Bir kere şunu yeniden anımsatalım. 100 metre kaldırım yapmak için taşeron şirket kullanan bir belediyecilik anlayışı sendikal örgütlenmeyi teşvik edemez, etmez. Türkiye’nin emekçi halkını böyle masallarla avutmaya kalkışmak en diplomatik ifadeyle hadsizliktir.

O sistemin bir diğer “yararı”, değiştirmek istemediğiniz sermaye düzeninde iktidara yürüme şansınızı artırmaktır. Bunun Türkçesi “Bak biz de sana para kazandırıyoruz patron, yerel yönetimden iktidara taşınmamıza yardımcı olursan daha da çok kazanırsın” mesajı vermektir. CHP belediyeciliği için sermaye bir anlamda iktidara yürürken tutunacağınız kulptur. Oysa elinizde kalmayacağından emin olabileceğiniz tek kulp emekçi halkın desteğidir. Sermaye sizi daha büyük bir kazanç için tek ayak üzerinde satıverir, kulp elinizde kalır, siz kendinizi zindanda bulursunuz.

Sermaye ile kol kola yürütülen belediyecilikte kişisel masumiyet bir yere kadar anlam taşır. Şu ana kadar rejim tarafından yolsuzluk suçlamasıyla rehin alınanlar içerisinde kesin olarak masum olduğuna inandığım pek çok kişi var. Ancak, ne kadar masum ve iyi niyetli olursanız olun bataklıkta yürüdüğünüzde temiz kalma olasılığınız yoktur. Çamur illâ ki sıçrar, sıçramasa da kolaylıkla sıçratırlar. Sonra da ilk fırsatta “paçanızda çamur izi var” diyerek kodese tıkıverirler. Suçunuz yoktur ama hatanız vardır. Hatanız o sistem içinde temiz kalacağınıza inanmanızdır.

Türkiye’de kâr ve kan açlığı bir türlü giderilemeyen sermayenin desteğiyle ABD emperyalizmine tabi bir tür “başcücelik” rejimi kurmaya kalkışanlarla mücadele etmek ve Cumhuriyet düşmanlarını yenmek için önkoşul emeğiyle geçinen, daha doğrusu geçinemeyen milyonların desteği ve güvenini kazanmaktır.

Sermayenin kucağında ihale belediyeciliği yaparak, belediye emekçisinin hakkını çiğneyerek, “maliyet yüksek” bahanesiyle halka sunulan hizmetlere fahiş fiyatlar koyarak, “ama onlar daha çok çaldı” diye sızlanarak bunu başaramazsınız.

CHP’den sosyalizm bekleyecek kadar sersemlemiş değilim elbette ama Barış Terkoğlu’nun “bu yaşananlardan ders çıkartma” uyarısı sadece parti yönetimi tarafından değil, kurucu partinin Cumhuriyete  bağlı milyonlarca seçmeni tarafından da çok ciddiye alınmalıdır.