Deveye atfedilebilecek özelliklerin büyük çoğunluğu insan için de geçerlidir. Önemli bir fark insanı evcilleştirenin, insana zulmedenin ve insanı sömürenin yine aynı türden bir grup insan olmasıdır.
Deve üzerine denemeler
Engin Solakoğlu
Taşlama veya hiciv güzeldir. Siyasi olanı daha da güzeldir. Aklımızı açar. Mizah için de söylenir ama asıl taşlama bir direniş biçimidir bana göre. Hacivat ve Karagöz bu topraklardaki ilk örneklerden sayılabilir. Sonrasında Erzurumlu Nef’i var. Hani şu çok bilinen dörtlüğün yaratıcısı:
“Bana Tahir Efendi kelp demiş,
İltifatı bu sözde zahirdir.
Malikî mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp tahirdir.”
Klasik haline gelmiş bir başka siyasi hiciv dörtlüsü ise bu sanatın ustalarından Şair Eşref’e aittir:
“Ehl-i mansıptan biri millete eşek dese,
Reddolunmaz sözü amma eşşekoğlu can sıkar.
Millete eşek diyen eşek herif bilmez mi ki,
Sadrazamlar da valiler de milletten çıkar.”
Taşlama deyince Aziz Nesin’i anmadan geçemeyiz. Nesin’in tümüyle siyasi hiciv örneklerinden oluşan bir Azizname’si vardır. O kitaptaki taşlamalardan birinin sürekli yinelenen iki dizesi şöyledir:
"İnsanoğlu naziktir, ağır sözü kaldırmaz
Eşek desen kızar da bin sırtına aldırmaz!”
Hiciv salt şiirle yapılmaz. Atasözleri ve deyimler de kollektif hafızaya kazınmış hiciv örnekleri sayılabilir. Hayvanlar burada da çok kullanılır. Bugün değineceğim örnekler ise deveye dairdir. O halde başlayalım.
İlk kez ne zaman canlı olarak bir deve gördüm anımsamıyorum. Kitaplardan, meraklısı olduğum Resimli Bilgiler Ansiklopedisi’nden ve sakız paketlerinden çıkan küçük resimlerden neye benzediğini biliyordum elbette. Sultanahmet’te oturan dedemle gittiğim Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesinde görmüş olabilirim. Kalender görünüşlü, ıslak gözlü, büyük, belki o yüzden de biraz ürkütücü, nedense çok temiz olduğu izlenimini vermeyen bir hayvandı. Bir kedi değildi yani.
Devenin biri tek hörgüçlü ve kısa tüylü, diğeri iki hörgüçlü ve uzun tüylü olmak üzere iki ana türü vardır. Bir de zaman içinde ortaya çıkmış melez türleri. Deve, insanın evcilleştirdiği, dayanıklılığından ve gücünden, etinden, sütünden alabildiğine yararlandığı, bununla da yetinmeyip yarıştırdığı kimi zaman da dövüştürdüğü, kısacası sömürdüğü bir canlıdır.
Deve bu topraklarda yaşayan insanların kültüründe günlük hayatlarında olduğundan daha fazla yer kaplar. Türkiye’de yaşayan deve sayısı 2000’in altına düşmüş olmasına karşın deveyle bağlantılı deyimlerimiz, atasözlerimiz hâlâ yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Deve dediğimiz canlının bir de zaman içinde istemsiz olarak edindiği siyasal/kültürel bir yansıması bulunur. Yaşadığı bölge çok geniş olmasına karşın deve nedense zaman zaman Araplarla, Arap kültürüyle özdeşleştirilir. O noktadan hareketle Arap kavimlerin yaşadığı yerden doğan İslam diniyle de bağlantılı hale gelmiş, sanki devenin herhangi bir dinin oluşmasında bilinçli olarak oynadığı bir rol varmış gibi kültürel ırkçılık veya ret eğilimlerinin de hedefi olmuştur. Oysa deve bugünkü Türkiye’nin ana omurgasını oluşturan Türkmen halkının Orta Asya’dan başlattığı yolculuk boyunca kahrını çok çekmiş, sadık ve çilekeş bir yol arkadaşıdır. Devenin sınır tanımazlığına ve az bilinen bir kişilik özelliğine dair bir bilgiyi de ekleyelim. Çok uzun yıllar önce evcilleştirilmiş olan deve ahalisinin bir bölümü aklınıza belki en son gelecek kadar bir yörede, Avustralya’da yeniden doğaya dönmüş şekilde yaşamaktadır. Zamanında uyanığın birinin taşımacılık için adaya getirdiği develer zaman içinde özgürleşmiş ve çöl arazisinde çoğalarak yaşamaya başlamışladır. Bugün sayılarının 100 bini bulduğu söylenmektedir.
Özetle deve tek bir kültüre, tek bir dine veya kavme ait değildir, evrim sürecinden yüzünün akıyla çıkmayı başarabilmiş saygıdeğer bir canlı türüdür.
Belki de diğer evcil hayvanlara kıyasla daha iri olmasından dolayı devenin ismi daha çok abartıyla, şaşkınlıkla ilgili deyim ve ünlemlerimizde geçer. “Yok deve!”, “Devenin nalı!”, “Devenin ayağı!” vs. Bir de “Deveyi hamutuyla yutmak” vardır. Deyim, yapılan bir hırsızlığın, soygunun, yolsuzluğun çok büyük boyutlarda olduğunu anlatmak için kullanılır.
Deve hayli yüksek bir hayvan olduğundan üzerine binmek veya yük yerleştirmek için çömelmesi ya da çökmesi gerekir. Devenin çökme konusunda kendine özgü bir tekniği vardır. Önce ön ayaklarını, sonra da arka ayaklarını dizlerinden bükerek gövdesini yerle buluşturur. Deve hiç de akılsız bir canlı olmadığı için kendisi isteğiyle çöküp de kendisini sömürenleri veya onların yüklerini taşımak istemez. O zaman da “çökertilir” veya “göçertilir”. Bu da genellikle şiddet yoluyla örneğin bir değnek kullanılarak gerçekleştirilir. Devenin dizlerine değnekle vurulunca hayvan önce diz çöker sonra da kaderine boyun eğmiş görünür. Çöken devenin kendi isteğiyle ayağa kalkıp gitmesini engellemek için ise dizleri bağlanır.
Deve uysaldır ama inadı tuttuğu da olur. Üstelik hafızası da vardır, kendisine yapılanı kolay unutmaz. “Deve kini” besleyebilir. Deveye binmekle işin bitmediği şu atasözünden anlaşılır: “Talihsiz hacıyı deve üstünde yılan sokar”. Deveye binmek kadar devenin üstünde kalmak da maharet ister. Zira atasözünde söylendiği gibi “Attan düşene tımar, deveden düşene mezar gerekir”. Deveyi kızdırmanın risklerinden birine dair atasözümüz de mevcuttur. “Deve tepmesi yumuşaktır ama can alır.”
“Deveye sormuşlar iniş mi, yokuş mu seversin diye, düz yolun suyu mu çıktı?” deyişinden de anlaşılacağı gibi deve dağlık bölgelerde yaşamaz. Bir de hendek atlamaktan hoşlanmaz. Deveye hendek atlatmak o yüzden güçtür.
Şimdi deveye dair bütün bu öğrendiklerimizi toparlayacak olursak karşımıza şöyle bir “yönetici özeti” çıkar. Deve evcilleştirilebilir, sömürülebilir, şiddet kullanılarak diz çöktürülebilir ancak iradesi hafife alınacak bir varlık değildir. Bir kere evcilleşmiş olması, her istediğinizi her zaman yapacağı anlamına gelmez. Deve fırsatını bulduğu anda özgür ve sömürüsüz yaşamaya dönme içgüdüsünü korumaktadır. Son iki ayrıntı daha var anımsatılması gereken. Birincisi, Deve yüksek bir hayvan olduğu için üstünden düşenin göreceği zararın büyük olacağıdır. İkincisi ise tekmesinin yiyenin uğrayacağı hasarın üfleyince geçmeyeceğidir.
İnsan bütün afrasına tafrasına rağmen sonuçta tıpkı deve gibi memeli bir hayvandır. Deveye atfedilebilecek özelliklerin büyük çoğunluğu insan için de geçerlidir. Önemli bir fark insanı evcilleştirenin, insana zulmedenin ve insanı sömürenin yine aynı türden bir grup insan olmasıdır.
O bir grup insan develeri dizlerinin üstüne çökerttikleri gibi insanları da diz çökmeye zorlayabileceklerini düşünebilirler. Haksız edindikleri zenginlikleri, silahları çoktur ve hesapsızca çoğalmaktadır. Hileyle ele geçirdikleri şiddet tekelini elinde tutuyor olmalarından kaynaklanan bir özgüvenleri de mevcuttur. Buna karşılık sayıları azdır, hızla da azalmaktadır.
İnsan elbette diz çökebilir. Bu selam vermek, saygı göstermek için de olabilir, dinlenmek, soluk almak için de, çok ağır bir baskı ve şiddet karşısında da. Ancak sonunda mutlaka yeniden ayağa kalkar, eşitlik ve özgürlüğünün peşinde sırtındaki türdeşini silkeleyip tarihin çöplüğüne gönderir.
On binlerce yıl devam eden esarete rağmen ilk fırsatta sömürüsüz özgürlüğün yolunu tutan develer dostumuz, rehberimiz, yoldaşımızdır. Cumhuriyet devrimini başarmış bir halka üfürükten bir saltanat boyunduruğu takmaya kalkışan türdeşlerimiz ise yenilmeye ve tükenmeye mahkûm bir azınlıktır.