Engin Solakoğlu

Lumumba’nın anısına sahip çıkmasına izin verilmeyen Kongo Demokratik Cumhuriyeti çığırta çığırta parçalanıyor, işgal ediliyor ve soyuluyor. Bu soygun Ruanda eliyle ve İsrail desteğiyle gerçekleştiriliyor.

Bir, iki, üç daha çok İsrail

Engin Solakoğlu

Kimi zaman dünyanın içinde bulunduğu temel sorunları irdeleyebilmek ve biraz daha net bir görüntü elde edebilmek için uzaklaşmak gerekir. Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz olarak adlandırılan dört bölgenin göbeğinde bulunuyor. Bunlar kronik sorunlarla anılan bölgeler. Oysa buralarda yaşanan sorunların benzerleri başka yerlerde de yaşanıyor. Çünkü düşman aynı.

Afrika insanlık tarihinde sömürgecilik denince akla ilk gelen kıta. Kıtada emperyalizmin ve sermaye sınıfının açgözlü saldırganlığının hedefi olmamış ülke neredeyse yok. Bu konu tartışıldığında akla gelen tek istisna olan Etiyopya bile 20. yüzyılda Mussolini’nin faşist pençeleriyle uzun süre mücadele etmek zorunda kalmış. Başka bir deyişle sömürülmek kıtadaki bütün halkların başına gelmiş ve şekil değiştirse de bitmek bilmeyen bir uğursuzluk.

Bunların içinde Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin (KDC) yeri ise bambaşka.

KDC Afrika kıtasının orta batı kısmında yer alan ve kıtanın yüzölçümü (yaklaşık 2,4 milyon km2) bakımından en büyük ikinci ülkesi. Nüfusu için 105 milyon deniyor ama Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “inanmazsan say” durumu da söz konusu. Bugünkü artış eğilim sürerse önümüzdeki on yıllarda dünyanın en kalabalık ülkeleri arasına girecek.

Ansiklopedik bilgileri bir yana bırakıyor, KDC’nin sömürge deneyimine geçiyorum. Afrika topraklarının büyük çoğunluğunun Fransa ve İngiltere arasında pay edildiği 18. ve 19. yüzyılda Kongo biraz ayrıksı bir yazgının kurbanı oluyor. Avrupa emperyalizminin gemi azıya aldığı o süreçte Belçika Kralı II. Leopold, Kongo’ya şahsi malı olarak el koyuyor ve 1885-1908 tarihleri arasında deyim yerindeyse bir köle çiftliği gibi yönetiyor. Kongo halklarına o sırada yaşatılan zulmün özetini şuradan okuyabilirsiniz. Şimdiden uyarayım neresinden baksanız tiksinti verici bir hikâye. Şirket var, sömürü var, kâr hırsı var, ırkçılığın tillâhı var. O dönemde yaşamını yitiren Kongoluların sayısının 10 milyon olduğu söyleniyor. Eli kolu kesilip sakat bırakılanlar da cabası. Hal böyleyken Avrupa Birliği’nin başkenti sayılan Brüksel’in göbeğinde II. Leopold’ün dev heykelinin hâlâ duruyor olması ise bir başka garabet ve Avrupa riyakârlığının görkemli bir abidesi sayılmalı.

Yakın tarihe gelirsek, İkinci Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon sürecinde KDC, o dönemdeki adıyla Zaire, bağımsızlığını kazanıyor. Mücadelenin lideri ve ülkenin ilk başbakanı efsane bir isim: Patrice Lumumba. Adı Moskova’da bağımsızlığa kavuşan Afrika ülkelerinin çocuklarına eğitim vermek üzere 1960 yılında kurulan üniversiteye verilen yiğit adam.

Elbette KDC yeraltı-yerüstü, her türlü kaynak bakımından çok zengin ve büyük bir ülke olduğu için eski sömürgecilikten kurtulur kurtulmaz yeni sömürgeciliğin hedef tahtasına oturtuluyor. Hızla geçiyorum. Lumumba CIA, Belçika ve Fransa’nın katkılarıyla 17 Ocak 1961’de katlediliyor ve emperyalizm işbirlikçisi bir alçak olduğu konusunda yeterli teminatı veren General Mobutu ülkede ipleri eline alıyor. Diktatörlük, darbeler, Kabila denen bir başka alçak, onun oğlu, onun da bir iç savaş sonucu devrilmesi derken ülke tarihinde hiç değişmeyen şeylerden biri yoksulluk, diğeri hesapsız ve daimî bir şiddet ve son olarak da birçok bölgede sürekli yaşanan iç çatışmalar.

KDC bu hafta gündemimize Kuzey Kivu isimli bir bölgesinde yaşanan şiddetli çatışmalarla girdi. Bu bölge Ruanda’ya ve Uganda’ya komşu. Bölgesel Başkent Goma, yörede uzun yıllardır faaliyet gösteren bir silahlı çete tarafından ele geçirildi. Savaş sırasında yine on yıllardır bölgede bulunan ve çeşitli Afrika ülkelerinin askerlerinden oluşan BM Barış Gücü (MONUSCO) de ağır kayıplar verdi. Bu çetenin şimdiki ismi M23. Şimdiki diyorum çünkü hareketin çekirdeği 1994 yılından beri farklı isimler altında varlık gösteriyor.  

1994 bölgede neyi ifade ediyor? Ruanda soykırımının yaşandığı tarihi. Soykırımdan canlarını kurtaran Tutsiler, komşu KDC’ye kaçıyor, bu bölgede yüzyıllardır yaşayan Kongolu Tutsilerin de desteğiyle bir direniş örgütü kuruyorlar. Sonrası ilanihaye  bölgesel çatışmalar. Ülkede 250 farklı etnik grup olduğunu da ekleyelim. Bu arada Ruanda’da denklem değişiyor, soykırıma uğrayan Tutsiler iktidarı elde ediyorlar. Kagame diye bir siyasetçi Ruanda’nın başına geçiyor. Ancak dünün mazlumu olan Tutsilerin oluşturduğu M23 bugünün zalimi rolünü fazlasıyla benimseyip KDC ve halkına karşı kanlı bir savaş yürütüyor. KDC bütün büyüklüğüne ve kaynak zenginliğine rağmen, hatta belki de tam da bu yüzden, Lumumba’nın katlinden beri belini doğrultmasına izin verilmemiş bir devlet. Köpekbalıklarının saldırısına uğrayan yaralı bir balina gibi kan kaybederek sürükleniyor.

Elbette bu savaşın artık ne etnik ne de insani bir gerekçesi var. Para konuşuyor. KDC’nin doğusundaki Kivu bölgesi koltan (niyobyum ve tantal karışımı) adlı lanetli bir mineralle dolu. Altın ve kalay da cabası. Özellikle koltan cep telefonundan bilgisayara kadar elektronik ürünlerde vazgeçilmez bir mineral. Bölgeye kim hâkim olursa halkın üç otuz kuruşa her türlü güvenlikten yoksun olarak çalıştırıldığı madenleri de o işletiyor ve dünya devlerine satıyor. Ruanda ve Uganda destekledikleri M23 ve benzeri ölüm çeteleri aracılığıyla elde ettikleri, daha doğrusu KDC’den çaldıkları koltanı gönül rahatlığıyla ihraç ediyorlar. Şu son savaş öncesindeki rakamlara göre geçtiğimiz yirmi yılda bu uğurda öldürülen insan sayısı 4 milyon.

Hafta içinde M23 tarafından ele geçirilen Goma zaten bölgedeki gelişmelerden kaçan bir milyondan fazla mülteciye yıllardır ev sahipliği yapan bir kent. Şu anki durum ise ancak kaos sözcüğüyle açıklanabilir. İnsanlar can havliyle BM Barış Gücü’nün kontrolündeki bina ve alanlara sığışmaya çalışıyorlar. Yıllardır bitmeyen can pazarı...

Kivu denkleminde Ruanda’nın önemli bir rol oynadığı herkesin bildiği bir sır. Ruanda’nın 2000 yılından beri Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Paul Kagame ilginç bir şahsiyet. Sadece kendisinin kazanabileceği seçimler düzenlemekte pek mahir. Anayasayı da kafasına göre yorumluyor, olmazsa değiştiriyor ve yine başta kalıyor. Gelin görün ki, benzer işler yapan birçok siyasi lideri tefe koyan “Özgür Dünya”nın buna pek sesi çıkmıyor. Bu arada Kagame geçen hafta da pek çok konuda benzeştiği bir siyasi liderin konuğu olarak Ankara’daydı.

Yetenekli Mr. Kagame’nin bir başka özelliği de uluslararası finans kuruluşlarının gözbebeği olması. Özelleştirme aşkı, bürokrasiyi ortadan kaldırarak müteşebbislerin önünü açması ve kalkınma performansı öve öve bitirilemiyor. Ruanda Dünya Bankası'nın en kolay “iş yapılabilen” ülkeler endeksinde ilk sıralarda yer alıyor. Bu arada Türkiye’de liberallerden sık sık methini duyduğumuz Uluslararası Saydamlık (Transparency international) Endeksi Ruanda’yı 178 ülke arasında 66. sırada gösteriyor. Kagame’nin Batı’daki amigolarından birinin ABD eski başkanlarından Clinton diğerinin de Starbucks CEO’su H. Schultz olması da dikkat çekici bir not olarak yerini alsın burada.

Halkın yüzde 75’inin son derece ilkel koşullarda tarım yaparak hayatta kalmaya çalıştığı Ruanda’nın böylesi bir “ekonomik başarı” göstermesinin ardında Kongo’dan insan öldürerek çaldığı madenlerin bulunduğunu ise herkes biliyor ama kimse bir şey söylemiyor. BM’nin bu konuda hazırladığı dönemsel raporlarda Ruanda’nın özellikle Kivu’da dökülen kanın ve maden hırsızlığının baş sorumlusu olduğu belirtiliyor ancak nedense bu raporlar siyasi bir sonuç ya da tepki doğurmuyor.

Ruanda “dünya düzeni”nin o kadar güvenilir bir müşterisi ki, İngiltere’nin önceki hükümeti göçmenleri gönderecek “güvenli bir yer” aradığında aklına ilk orası geliyor. Ücreti mukabili elbette.

Ruanda’nın başka marifetleri de var. Afrika’da “İsrail’in en iyi dostlarından biri” olarak tanımlanıyor. Gazze’de soykırım sürerken İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Ruanda’yı resmen ziyaret etmesi buzdağının görünen yüzü. Kagame, ABD’deki en önemli İsrail (Yahudi değil) Lobi Kuruluşu AIPAC’ın yıllık konferansında konuşacak kadar İsrail sevdalısı. İki ülke arasında Siber Güvenlik ve Askeri İşbirliği alanındaki ilişkiler pek derin. Bu arada İsrail’in de bir dönem ülkesindeki göçmenleri Ruanda’ya yolladığı biliniyor. Geçen yıl İsrail İ24 haber sitesinde yayınlanan bir habere göre, İsrail yüklü bir maddi yardım vaadiyle Gazze’deki Filistinlileri Ruanda’ya göndermek için bu ülkeyle pazarlık etmekten de geri durmamış.

Tesadüfe bakın ki, Goma’nın ele geçirilmesi sırasında kenti korumaya çalışan BM Barış Gücü’ne komuta eden Güney Afrikalı General Motau, Newsroom Afrika adlı bir haber sitesine yaptığı açıklamada “M23 askerlerinin kullandıkları silah ve teçhizatın son derece gelişkin olduğunu ve İsrail ordusu ile ABD Özel Kuvvetleri’nin envanterindeki malzemeyle benzerlik taşıdığını” ileri sürüyor. M23’ün eğitim ve donatımının yıllardır Ruanda tarafından üstlenildiği gerçeğinden hareketle bu teçhizatın Ruanda üzerinden aktarıldığı sonucunu çıkartmak pek de güç değil.

Lumumba’nın anısına sahip çıkmasına izin verilmeyen Kongo Demokratik Cumhuriyeti çığırta çığırta parçalanıyor, işgal ediliyor ve soyuluyor. Bu soygun Ruanda eliyle ve İsrail desteğiyle gerçekleştiriliyor. Emperyalizm, sermayesinin ihtiyaçları ve hegemonyasının sürmesi için Ortadoğu’da koçbaşı işlevi gören İsrail’e başka bölgelerde yeni kardeşler yaratıyor ve zamanında  insanlık dışı bir soykırımın mazlumu olan  Ruanda Afrika’nın en “becerikli” zalimi, bir başka deyişle kıtanın İsrail’i olarak öne çıkıyor.

Düşman kanserli bir hücre gibi bölünerek çoğalıyor. O halde direnişin büyümesi, direnen halkların da çoğalması ve dayanışmasından başka yolumuz yok.