Engin Solakoğlu

Avrupa’da açık açık Fransa, Almanya, B. Britanya, Türkiye ve (geriye kaldığı kadarıyla) Ukrayna’nın oluşturacağı bir askeri işbirliği/ittifak girişiminin mümkün olup olamayacağı tartışılıyor.

Batı cephesinde kimi yeni şeyler

Engin Solakoğlu

Asimetri hayatın farklı alanlarında kullanılan bir sözcük. Biz bunu dış politikada daha çok güç dengesizliğine işaret etmek için kullanıyoruz. İki devlet arasında kurulan ilişki bir tarafın diğerine kıyasla katbekat daha güçlü olması halinde asimetrik diye tanımlanıyor.

Bu hafta iki ülke veya liderleri arasındaki asimetrik ilişkinin nelere yol açabileceğini hep birlikte izledik. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski destek almak için gittiği Beyaz Saray’da milyarların önünde azarlandı. O görüntüleri izlerken üzüldüğümü itiraf etmem gerek.

Üzülmemin iki sebebi vardı. Birincisi sanırım eski bir diplomat olmamdan kaynaklanıyor. Benim öğrendiğim diplomasi, aradaki ilişkinin niteliği ne olursa olsun, taraflar arasında asgari bir nezaketin korunmasını öngörürdü. Ya da en azından kamuya açık alanda belirli bir seviyenin tutturulması beklenirdi. Trump-Zelenski-Vance triosunun milyarlar önünde sergiledikleri manzara bu yüzden şoke ediciydi. Demek ki o devrin geride kaldığını ve yeni bir barbarlık çağının başladığını kabullenmek durumundayız. İkinci sebep ise Ukrayna-Rusya savaşında Zelenski’yi failden ziyade maşa olarak görmem. O fırçayı başından beri savaşın sürmesi için elinden geleni ardına koymayan Britanya’nın başbakanlarından biri veya Biden-Harris-Blinken üçlüsü yeseydi hiç üzülmezdim. Hele kamuflaj ceketli Alman Dışişleri Bakanı Baerbock o odadan sopayla kovalansa manzara tadından yenmez hale gelirdi.

Şaka bir yana, ABD ve Batı sermayesinin gazıyla ülkesinin beşerî ve maddi kaynaklarını anlamsız bir savaşla tüketmeye kalkışan Zelenski’nin kameralar karşısında içine düşürüldüğü  durum ibret vericiydi. Ancak daha da ibret verici olan, Beyaz Saray’ın kapısından kovulan Ukraynalı liderin, bacadan girebilmek için yaptığı özür açıklamasıydı. Olayın yaşandığı dakikaların hemen ardından “liberal” düzenin siyasetçi ve akıl hocaları sosyal medyadan tavsiye yağdırmaya başlamışlardı esasen.  Bu ekip Zelenski’ye “aman alttan al, ABD’ye şükran borçlu olduğunu söyle, sen yoksan çok eksiğiz de” önerilerini sıralamışlardı. Ukraynalı lider de birkaç saat içinde bu tavsiyeleri harfiyen uygulayan bir açıklama yaptı. Bu son hareket Trump’ın fikrini değiştirir mi bilinmez ama liderlik yeteneği kendi ülkesinde sorgulanan Zelenski’nin şimdiden savaş ve yıkımla özdeşleşmiş siyasi kariyeri açısından parlak sonuçlar doğurmayacağı kesin.

Zelenski’nin başına gelenleri özetleyen kimi atasözleri ve deyimlerimiz mevcut ancak düşene bir kez daha vurmayalım en iyisi. Burada görmemiz gereken nokta siyasi liderlerin başka ülkelerin iradelerine değil, sadece kendi halklarına güvenerek adım atmaları gerektiğidir sanırım.

ABD’nin bu yeni döneminde eskiden farklı birçok unsur mevcut. Bunlardan bir tanesi ırkçı ve faşist milyarder Elon Musk’ın belirleyici statüsü hiç kuşkusuz. Bunu daha önce yazdığım için üzerinde çok durmayacağım.

İkinci farklılık ise Başkan Yardımcısı Vance’in üstlendiği rolle ilgili. ABD siyasetini yakından izleyenler bilirler. Başkan Yardımcılığı pozisyonu ABD’de bir tür yedek oyunculuk görevidir. Başkan sağ olduğu sürece, Başkan Yardımcısı’nın işlevi bir nevi hayır işlerinde boy göstermekle sınırlıdır. Başkan Yardımcısı, çok gerekmedikçe içerikli diplomatik temaslarda bulunmaz, siyasi deklarasyonlar yapmaz. Deyim yerindeyse “elini” pek göstermez. En fazla, K. Harris örneğinde gördüğümüz gibi, Başkanın yeniden aday olamayacağı beklenmedik bir durumda hazır aday olarak sahaya sürülür.

Oysa Vance’in son bir buçuk aydır verdiği görüntü çok değişik. Münih Konferansı'na katılıp Avrupalı liderleri sigaya çekmesinden tutun, Trump’ın görüşmelerine doğrudan katılmasına ve Zelenski görüşmesinde tanık olduğumuz gibi doğrudan söze karışmasına kadar bir dizi alışılmadık davranış sergiliyor. Bunun ardında yatan sebebin ne olacağına dair kafa yormakta yarar var. Aklıma ilk gelen olasılık Trump’ın akli denge veya bir başka sebeple çok da uzak olmayan bir gelecekte devreden çıkma ihtimalinin ABD’yi yönetenlerce ciddiye alındığı. Bunu izleyip göreceğiz.

Kavganın aktörlerinden biraz uzaklaşıp içeriğine dönersek, Avrupa’da üç yaklaşımın çarpıştığını söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi ne yapıp edip ABD’yi Ukrayna gemisinde tutmak için uğraşanlar. İngiltere, Hollanda gibi ülkeler ve NATO elbette bunların başında geliyorlar. Zelenski’ye “boyun eğ ve yağcılığa devam et” diyenler de bunlar. Bu takım bence gerçekçi davranıyor. ABD’siz bu işin yürümeyeceğinin farkında. “Er Zelenski”yi bir şekilde kurtarıp savaş yolunda devam etmek istiyor. İkinci grubun başını Fransa çekiyor. Fırsattan istifade Avrupa’yı görece özerk bir askeri/siyasi güç haline getirebilmenin derdindeler. Almanya’nın yeni Hıristiyan Demokrat Başbakanı Merz’in ilk açıklamaları da bu görüşe yakın olduğunu gösteriyor. Üçüncü grup ise Trump öncesinde de Ukrayna-Rusya savaşının yükünden kurtulmak gerektiğini düşünürken şimdi bu yöndeki cesareti daha artan Macaristan ve Slovakya. ABD’nin Ukrayna’da savaşı bitirme yönündeki tutumu sürerse bu grubun safları daha da kalabalıklaşabilir.

İkinci yaklaşımı biraz açalım. Zira Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Fransa bu opsiyonu daha cazip kılmak için sahip olduğu nükleer güç kartını da oynamaktan çekinmiyor. Paris, nükleer gücünü bütün Avrupa’yı koruyabilecek, hatta Ukrayna’ya da güvence sağlayabilecek şekilde masaya koyabileceğini ileri sürüyor. Bu ne derece gerçekçi? Rakibin/düşmanın Rusya olduğu noktasından hareket edersek salt Fransa’nın nükleer silah kapasitesi caydırıcı olmaktan uzak. Bununla birlikte B. Britanya’nın da bu toplama eklemlenmesi caydırıcılığı artırabilir. Burada bir parantez açalım. B. Britanya AB’den çıktıktan sonra iki ülke arasında pek çok siyasi ve ticari gerilim yaşandı ama Paris ve Londra arasındaki askeri işbirliği hiç hız kesmedi. Nitekim al yanaklı Başbakan Starmer, daha bugün Fransa’yla “Avrupa’da güvenliği artırmak amacı taşıyan” bir plan üzerinde çalıştıklarını duyurdu. Parantezi kapatalım.

Bu ikinci grubun kullanmak istediği kartlardan biri de Türkiye’yle askeri yakınlaşma.  Bu gruba yön verenler, büyük ihtimalle, Türkiye’nin insan gücünün ötesinde artık dikkate alınması gereken bir silah sanayiine sahip olduğu düşüncesinden hareket ediyorlar.

Uzun yıllardır çeşitli platformlarda Türkiye’yle itişen Fransa şimdilerde askeri işbirliğini geliştirme yolları arıyor. Son olarak Türkiye’ye havadan havaya “Meteor” füzeleri satışı gündeme geldi. Hatta Yunanistan bunu şiddetle protesto etti ve Fransa’dan satışı iptal etmesini istedi. Macron ise bunu reddetti. Trieste Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler hocalığı yapan İtalyan Profesör F. Donelli Fransa’nın kararının Ukrayna meselesinde yaşanan gelişmelerle ilgisi bulunduğunu ileri sürüyor. Donelli, Ukrayna krizinden sonra, Türkiye’nin Avrupalılar tarafından “en faydalı olabilecek” müttefik olarak görüldüğünü de belirtiyor. İtalyan akademisyenin telaffuz ettiği “fayda” kavramının Türkiye halkı açısından savaş ve daha çok yoksulluk anlamına geldiğini bilmek için ise Uluslararası İlişkiler profesörü olmak gerekmiyor hiç kuşkusuz.

Bu kısmı toparlarsak, Avrupa’da açık açık Fransa, Almanya, B. Britanya, Türkiye ve (geriye kaldığı kadarıyla) Ukrayna’nın oluşturacağı bir askeri işbirliği/ittifak girişiminin mümkün olup olamayacağı tartışılıyor. Diğer ülkeleri bir kenara bırakıp kendi kümesimize odaklanalım. Akepe Türkiyesi bu topa girebilir mi? Daha da önemlisi, girdikten sonra sakatlanmadan çıkabilir mi? Ankara, ABD ile Suriye bağlantılı ve PKK, YPG, PYD, SDG gibi üç harfli sorunlarını, B. Britanya’nın da yardımıyla çözerse eli böylesi bir ittifakta yer alacak ölçüde rahatlar mı? Soruya kesin yanıt vermek güç olsa da en azından deneyebileceğini düşünebiliriz. Kaldı ki, iktidar ömrünü uzatmayı hayati önemde gören yapılar için süreç sonuçtan kıymetlidir. 

Diğer yandan, yukarıda üç başlık altında özetlemeye çalıştığım bölünmüşlük manzarası ikinci yaklaşımın başarı şansının çok yüksek olmadığını gösteriyor. Avrupa’nın ABD ile bir süre pazarlık etme gücü var ama pazarlığı Fransa ve Almanya’nın istediği ölçüde avantajlı bir sonuçla kapatma ihtimali yok. ABD şayet Ukrayna savaşının sona ermesi gerektiğine karar verirse Rusya bugüne dek ele geçirmiş olduğu toprakları cebine koyar gider. Sonuçta Ukrayna ile ABD arasındaki ölçüde olmasa da Avrupa ve ABD arasında da bir güç asimetrisi mevcuttur.

Yine de bu denklemde unutulmaması gereken unsur ABD’nin kesin kararının henüz alınmamış olduğu ve Trump/Vance/Musk üçlüsünün, ABD içinden gelecek baskılar sebebiyle fikir değiştirme olasılığının bulunduğudur.