Engin Solakoğlu

Emperyalist kamptaki bu yalınlaşma ve kırılma hali aydınlanma ve insanlık ideallerinden kopmayan devrimciler için yeni fırsatların habercisi olabilir. Olmalıdır da.

Açık ofsayt

Engin Solakoğlu

Gezegen üzerinde en çok kişinin takip ettiği ve oynadığı spor dalının futbol olduğu söylenir. Bunun nedenleri incelenirken de genellikle futbolu oynamanın ve izlemenin basitliği üzerinde durulur. Gerçekten de futbolun temel kurallarını kavramak kolaydır. Tek bir istisnayla elbette: Ofsayt. Oyunun genel basitliğine aykırı bir karmaşıklık içerir ofsayt. İngilizce “Off-side” sözcüğünün futbol bağlamındaki anlamından gidersek oyuncunun bulunmaması gereken bir alanda olmasıdır. Fransızca karşılığı ise “oyun dışı” anlamına gelir. 22 kişinin bir topu ittirerek kale diye tanımlanmış alana göndermelerine dayanan oyun işin içine ofsayt girince karmaşıklaşır. Futboldan anladığını iddia edenler ofsaytı bildikleri kanısında iken kavram aynı zamanda az bilenlerle dalga geçme vesilesidir: “Ofsaytı bile bilmiyor” denir. Aslına bakarsanız ofsayt kuralının varlığı özü itibariyle çok da zekâ gerektirmeyen futbola biraz akıl katar. Çünkü ofsaytta kalmamak için  planlama ve dikkat gerekir. Sürekli ofsaytta kalan bir takım enerjisini boşa tüketmiş olur ve önünde sonunda maçı kaybeder.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş başlayalı üç yıl oldu. Bellekle arası pek iyi olmayan bir toplumda yaşadığımız için anımsatmakta yarar var. Bu savaş birdenbire çıkmadı. ABD ile İngiltere’nin 2014 yılından beri adım adım uyguladıkları bir planın son aşamasıydı. Savaş boyunca ABD ve müttefikleri Ukrayna’ya silah akıttılar. Savaş istihbaratı ve planlama konusunda tam destek verdiler. Rusya ise silah endüstrisinin sıkıştığı noktalarda Çin ve İran’dan silah ve Kore Demokratik Cumhuriyeti’nden asker temin etti. Rusya’nın “özel operasyon” adı altında başlattığı savaşı süratle bitirmek adına Kiev’deki yönetimi devirme planı işlemedi. İş uzadı, her iki taraftan yüzbinlerce insan hayatını kaybetti.

Almanya ve Fransa gibi ülkeler, ABD ve İngiltere’nin “Rusya’yı çökertme” planına katılma konusunda bir süre kararsız kaldılar. Genel olarak AB sermayesi bir yandan kâr-zarar hesabı yaparken bir yandan da “Patron”u kızdırmamanın yollarını aradılar. Bulamadılar. Hep birlikte savaş katarına atladılar. Savaş salt silahlarla yürütülmedi. Ekonomi ve yalanlar çoğu zaman füzelerden daha çok kullanıldı. Rusya’da Putin yönetimine karşı durma eğilimi zaman içinde tam da beklenebileceği gibi çiğ bir Rus düşmanlığına dönüştü. Boru hatları, sualtı kabloları sabote edildi. Kremlin sorumlu tutuldu ama her defasında gerçek bir süre sonra ortaya çıktı. Bugün o sabotajların çoğunluğunun İngiltere’nin başının altından çıktığı tartışılmıyor bile. Avrupa denilen siyasal varlık bu süreçte 100 yıldır pazarladığı ne kadar değer ve ilke varsa kendisi çiğnedi. Ukrayna’da varlığını inkâr ettiği Nazilere kendi sokaklarını teslim etti. Daha güçlü bir devletin saldırısına uğrayan Ukraynalıları “savunurken’ çok daha ağır, çok daha haksız bir saldırının ve soykırımın hedefi olan Filistinlileri görmezden geldi. Onlar yeterince beyaz tenli ve yeterince sarışın değillerdi Avrupa için. Avrupa sermayesinin çirkefliğinin üzerindeki cila aktı, “demokrasi, insan hakları, özgürlük” sloganları o çirkefliğin altında yitip gitti.

Rusya’yı ekonomik ve siyasi olarak yalıtma girişimleri dünyanın üçte ikisi tarafından benimsenmedi. Sadece “Batı” dediğimiz toplamla sınırlı kaldı. Buna karşılık Avrupa sermayesinin üretim maliyetleri arttı. Bu artan maliyet elbette sermayeye değil halka fatura edildi. Sistemin dışına itelenen kitleler solsuzlaştırılmış ve bu yüzden soysuzlaştırılmış bir Avrupa’da aşırı sağın kucağına koştular.

Sonra bir gün manyağın biri ABD’ye başkan seçildi. Trump önceki kalfalık dönemine kıyasla daha da cüretkâr biçimde dünyayı altüst etme planını yürürlüğe koydu. Bir yandan Ortadoğu’ya “Amerikan/Sermaye barışı” vaat ederken, Filistin soykırımını son aşamasına getirmeye niyetleniyordu. Diğer yandan ise daha iktidara gelmeden aylarca önce söylediği gibi Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek istiyordu.

İlk somut adımını geçen hafta attı. Trump ve Putin uzun sayılabilecek bir telefon görüşmesi yaptılar. İçeriğin ve bu görüşmenin Ukrayna cephesine yansımalarının ötesinde asıl önemli olan “Batı”nın Rusya ve Putin’e uygulamaya çalıştığı siyasi tecridin ortadan kalkmasıydı bana sorarsanız.

En baştan söyleyelim: Görüşmenin içeriği Dinyeper kıyılarına barışın egemen olmasını güvenceye almıyor hiç kuşkusuz. Ortada henüz bir anlaşma olmadığı gibi, olası bir anlaşmanın çerçevesi de belirginleşmiş değil. Barışın önünde çok engel var. ABD kurulu düzeninin, başka bir deyişle silah endüstrisi ve onunla özdeşleşmiş Pentagon’un Trump’ın girişimine tam olarak ikna olduklarını sanmıyorum. Bunun görünürde iki sebebi var. Birincisi elbette para. Bunca yeni silah yatırımı yapıldı. Örnek olsun, Ukrayna’ya top mermisi yetiştirebilmek için silah sanayicileri kapasite genişlettiler. Hatta bir Türk şirketi dahi ABD’de top mermisi üretmeye başladı. Çatışma durduğu takdirde bu kapasitenin nerede kullanılacağı konusu ortada duruyor. İkinci mesele ise siyasi. ABD’nin Ukrayna cephesinde Rusya’ya taviz vermesi savaş istimini geç alan ama aldıktan sonra da mangalda kül bırakmayan NATO’nun Avrupa cephesine ağır bir darbe vuracak. O darbenin asıl etkisi de emperyalizmin patronu ABD’nin güvenilmez bir müttefik olduğu fikrinin salt o devletler değil halkları tarafından da benimsenmesi olacaktır. Önümüzdeki dönemde Rusya’ya kıyasla çok daha büyük lokma olan Çin’i hedef alacak ABD ile hareket etme refleksi ciddi zarar görecektir.

Bu sebeple Pentagon ve İngiltere’nin önümüzdeki haftalarda ateşkes masasının kurulmasını engellemeye yönelik sabotajlara başvurmaları beklenebilir. Bu sabotaj çabaları, bütün gelecek planlarını Rusya’nın düşmanlaştırılması ve öcüleştirilmesi üzerine kuran Avrupa ülkelerinin yönetimleri tarafından da desteklenecektir. Baltık ülkeleri ve Polonya bu konuda özellikle istekli olacaklardır. Silah sanayilerini geliştirmek için çabalarını artıran Fransa ve Almanya da boş durmayacaktır. Bunun Trump ve saz arkadaşları nezdinde etkili olup olmayacağını şimdiden kestiremeyiz.

Yalnız görünen şu ki, ABD ile Avrupa arasındaki yarık salt Ukrayna meselesine indirgenecek gibi değil. Münih Konferansı’ndan Başkan Yardımcısı Vance’in yaptığı konuşma sorunun çok daha derin olduğunu ortaya koyuyor. Vance’in sözleri arasında en çok dikkati çekenlerden biri “ifade özgürlüğü” üzerine söyledikleriydi. Vance, Elon Musk’ın bayraktarlığını yaptığı aşırı sağcı, ırkçı, Nazizm yanlısı ve ayrımcı söylem ve eylemlerin Avrupa’da henüz yeterince destek bulmamasından rahatsız olmuş anlaşılan.

Bu noktada şunu anımsatmak yararlı olabilir. Trump ve ekibinde cisimleşen yeni nesil Cumhuriyetçiliğin bir erdemi var. Yalınlık. Kılıf ve argüman arayışı yok. İnsanlığın binlerce yıllık kazanımlarına karşı olduklarını her vesileyle ve çıplak biçimde ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Bu yaklaşım Ukrayna savaşının da Filistin soykırımının da asıl faili olan Demokratların ABD ve dünya halklarını enayi yerine koymaya kalkışmalarından çok daha iyi. Zira dünyada ABD kuyrukçuluğuyla geçinen liberalleri, solumsu etnik milliyetçileri ve liberal solcuları da ofsaytta bırakıyor. Çocuk yaşta evliliği yasaklayan bir mevzuatı dahi bulunmayan ve tüm dünyaya gericilik ihraç eden ABD’yi medeniyet simgesi diye pazarlamaya kalkışanların sefaletini açık şekilde sergiliyor. 
Avrupa’nın yüzü sekiz kat “demokrasi” makyajı ile badanalanmış ama elleri ABD’yle eşit ölçüde kanlı yönetimlerini de ofsaytta bırakıyor. Başka bir deyişle Avrupa salt Ukrayna cephesinde değil, jeopolitik anlamda da açık ofsayta düşmüş durumda. Çubuğu alabildiğine sermaye egemenliğine ve ilkel milliyetçiliğe bükmenin, elimde silah var diyenin peşinde cephane üretimiyle koşmanın sonucu budur. Ofsayta düşen takım maçı kazanamaz. Küme düşer.

Ukrayna’da Trump aklıyla varılacak bir uzlaşma kardeş Ukrayna ve Rus halklarını ölümden bir süreliğine uzaklaştıracak ama sömürüden kurtarmayacaktır. Yine de sermaye hizmetkârı Macron, savaş çığırtkanı Baerbock ve atanmamış Nazi generali Von der Leyen gibi beşinci sınıf siyasetçilerin sürüklediği Avrupa’nın küresel ligde küme düştüğünü tescil edeceği için hayırlı bir gelişme olacaktır.

Dünya halklarını zor günler bekliyor. Bununla birlikte, emperyalist kamptaki bu yalınlaşma ve kırılma hali aydınlanma ve insanlık ideallerinden kopmayan devrimciler için yeni fırsatların habercisi olabilir. Olmalıdır da.