Bir gün kaptanları tepelediğimizde, sınırların anlamsızlığını herkese kabul ettirdiğimizde, İrfan ve ozanlarımız zafere ulaşacak…
Sonsuzluğa uzanan yolun elçileri: İrfan Alış ve halk ozanlığı
Çağdaş Gökbel
“Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!”1
Oscar Wilde, kim? İrlanda’nın karanlık, soğuk, umut vadetmeyen topraklarından süzülen bir halk ozanı. Yazıyla ve kâğıtla olan ilişki, şairi yoksul bir köylüden ve sözlü kültürden ayıran ve onu yüksekçe bir tahta yerleştirip, ruhunu öldüren tanımların ötesine geçmektir, halk ozanlığı. Herkes kolay kolay halk ozanı olamaz. Elbette bu yüce değerin peşinden gelen parlak kaftanı, yani şairliğin o ağır yükünü her insan kaldıramaz.
Peki, Oscar Wilde’yi ne öldürdü? Onu ölümsüz kılan tüm koruma kalkanlarını ne uğruna yok ettiler? Politikadan, işkenceden, açlık grevlerinden, ölüm oruçlarından, zalime karşı yiğitçe dövüşen adamdan şimdi geriye ne kaldı? Popüler kültür onu bizden almadan önce bu direngen halk ozanı, artık tüketimci aşk ilişkilerinin romantik bir objesi olarak, ruhsuz imajların sembolü oldu. Reading zindanının soğuk duvarlarında gördüğü küçücük elleri, gözyaşlarıyla ıslattığı yanaklarından geriye kala kala dudak boyalarıyla kirletilmiş bir mezar taşı kaldı. İnsanlık sömürü ve kraliyet uğruna Oscar Wilde’ın mezarına tükürdü. Vasiyeti niteliğinde yazdığı ve popüler kültüre lanetler savurduğu güçlü sözleri, karanlık dehlizlere kapatıldı. Bu yakışıklı halk ozanının son vasiyetine şuursuzca yüz çevirdi insanlık. Özel hayatıyla konuşulmak istemeyen adamın hayatı, adına gazeteci denen profesyonel halk düşmanları tarafından lime lime edildi. Yoksul halkın vicdanından fışkıran o çığlık sosyalizmin genç, yakışıklı ve zarif ruhu soğuk bıçak darbeleriyle acımasızca katledildi.
“Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.”
Halk ozanlarını ve onların hatıralarını layığıyla koruyamadığımız için geriye kocaman ve kesif bir karanlık kaldı. O karanlığın içinde yüzyıllar geçse de, halk ozanları üzerlerine atılan kara toprağa, zifte, asfalt denen modern ucubeliğe rağmen, inatçı yeşil kollarını çatlaklardan güneş ışığına doğru uzattı.
İrfan, işte böylesi bir sıkışmışlığın içerisinden fışkırıp gülümsedi yüzümüze. O, şiirden anlamayan, halk ozanı dendiğinde evrene rezilce boş gözlerle bakan, para hırsıyla yanıp tutuşan sermayenin kör ruhunun katliamlarından sıyrılıp gelen bir yiğitti. Nereye baksa para gören, fırsat gören, doymak bilmez bir canavar Gargantua olan burjuvalar acınası yaratıklardır. Bu yüzden erdem avamdır; bu yüzden erdemsizlik mülkiyet sahiplerinin karanlık kalplerinden fışkıran irin gibidir. Fışkıran bu irin, tüm toplumu hasta eder. Hasta olan toplum, harekete ve kamusal olanın selametine yabancılaşır. İlerlemeye, atılıma, bir iş bir eylem olmaya engel, sırtına kene gibi yapışan bu asalağı, sırtından söküp atmalıdır toplum. Söküp atamadığımız her gün Dorian Gray’in portresi gibi çirkin bir ucubeye dönüşüyor insanlık.
"İrfan gideli haftalar geçti, aylar geçti, yıllar geçecek; sen daha yazı masasına yeni mi oturuyorsun?" diye soruyorlar… Herkes onu unutmaya yüz tuttuğunda, hatırlatmak için ne kadar geç, o kadar iyi diye yanıt veriyorum. Hafızası bir balıkla yarışan günümüz insanının panzehri halk ozanlarının sözlerinde, ruhunda, gözlerinde ve kalbinde. Bu panzehri etkili bir biçimde kullanabilmek için duyacak kulaklara, görecek gözlere ve hissedecek kalplere ihtiyacımız var. Binlerce kilometre uzakta, İrlanda adasında İrfan’ın ve Peyk’in kolektif ezgileriyle yazı masasına oturan, Cobh Limanı'nda karardıkça kararan soğuk Atlantik sularına bakıp hüzünlenen bir zihin var. Hiç tanışmayan ama birbirini çok iyi tanıyan zihinler bunlar. İntihar oranlarının yüksek düzeylerden bir türlü aşağıya inmediği, insanın umudunu sulara karıştırıp hiç ettiği bir coğrafyada İrfan Alış’ın ezgileriyle tutunduk yaşama. Modern yaşamımızın en büyük ağıtlarından biri olan "Köleler ve Kilitler" sayesinde hatırladık dehümanize olan ve koca denizin dibine sürüklenen "kaçak" yaşamları.2 Bu ağıt, tüm dünyada insanlıktan çıkarılan ve katli vacip sayılanların aslında birer insan olduğunu hatırlatan bir isyandı. Bir gün kaptanları tepelediğimizde, sınırların anlamsızlığını herkese kabul ettirdiğimizde, İrfan ve ozanlarımız zafere ulaşacak…
Hiç tanışmadık; ama birbirimizi tanıdığımız insanlardan daha çok ve yakından tanıyorduk. Tıpkı bizden yüzlerce yıl önce yaşayan Oscar Wilde gibi. Tıpkı çağımızın bir diğer vicdanlı sesi olan Nihat Behram gibi. Birbirimizi yüz yüze tanımamamız gerekmiyor; sözümüzü dünyanın neresinde işitirsek işitelim yüzlerce yıl sürmüş bir dostluk hissine kapılırız.
Şiir yazmak çok zor bir iştir. Çünkü şiir, aslında müzikle doğrudan ilişkilidir. Şiir, dilin notalarını doğru yerde ve doğru zamanda kullanmaktır. Şair, bunu ustaca yapabilen kişidir. İrfan Alış, bana göre bir şarkı sözü yazarı değildir. Şarkı sözü demek stereotipleşmek, piyasa tanrısı denen zebaniye yenilmek demektir. Para kazanmayı, yoksul bir çocuğun acılarının önüne koyan yamyamların iyi bildiği işlerdir; bir makine gibi şarkı sözü yazmak. Ozanları öldürür, toplumu öldürür ve zihinleri öldürür bu popüler profesyonel katiller. İrfan, hiçbir zaman onlardan biri olmadı. O, Víctor Jara gibi bir halk ozanı olarak aramızdan ayrıldı. Gidişi aniden ve çok hızlı oldu. Hepimizi şok etti, tıpkı yazdığı şiirler gibi ölümü de yapıştı yakamıza ve son bir kez sarstı bedenimizi. Geriye ruhumuza bıraktığı izler ve o izleri koruma görevi kaldı. Bu görev hepimizin boynunun borcu. İrfan’ın ruhumuza bıraktıklarını İrlanda halkına anlatmak bir diğer görevimiz. Bu görev bizim üzerimizdedir; İrfan kardeşim gittiğin yerde müsterih ol ve hep o güzel yüzünle bize gülümsemeye devam et. Dorian Gray’in portresi, narsizme batmış bireyin trajedisini anlatırken ve kalbimizi bu karanlıkla yüzleşmeye teşvik ederken, senin portren tam tersi asla bozulmadan olduğu gibi kalacak. Hep aynı yaşta, hep aynı güzel yüzünle bize bakacaksın kardeşim. Adını ve sözlerini yad ettiğimiz eser tamamlandığında soluğu yanında alacağım…Böylece yıllar sonra tanışacak ve kimsesizlerin hikayelerini birlikte tartışacağız. Hiç bozulmadan, hiç değişmeden; diyalektiğe, bilime ve her şeye başkaldırarak birlikte başaracağız bunu. Ne mutlu ölümsüzlüğü kucaklayan ozanlarımıza, ne mutlu onların hatıralarını bozulmadan saklayabilen insanlığa!
“Gemiler eski balık için olan
Kaçak kim ki lan!
O da işin yalanı
Nere kaçarsan kaç felek bulur kaçanı
Kitlidir ambarlar sanki insan kapanı
Oysa sahiller öyle yakındı uzatsan değerdi ayağın
Bir gemi batıyor cani sulara
Kilitler var kapıları kapatır
Sınırlar var insanları kuşatır
Köleler var kilitleri üretir
İşte o kilit boğdu kaçakları
Çünkü kaptanlar korkar isyandan
Fırtınalardan bile fazla
Çocuklar sarıldı cani sulara
Çünkü kaptan korkar isyandan
Fırtınalardan bile fazla
Bir gemi batıyor cani sulara
Yalanı bol kilidi bol dünyanın
Çilesi bol kapısı bol gemisi
Alçak kaptan sırra kadem o anda
Keşke anlattıklarım yalan olsa
İşimiz var gücümüz var
Saçma sapan derdimiz var
Sözüm ona Tanrı'mız var
Merhamet yok
Sözde insanlar korkar Allah'tan
Galubela'dan bu yana
Bir gemi batıyor cani sulara
Yalanı bol kölesi bol dünyanın
Kapısı bol kilidi bol gemisi
Alçak kaptan sırra kadem o anda
Keşke anlattıklarım yalan olsa
İnsanın insana ettiğine bak!”3