"Varlığını anayasalara borçlu olan rejimler, anayasasız cumhuriyetler formunu aldıkça eriyor ve tükeniyor."
Roma’yı göçmenler yıkmadı, Roma’yı göçmenler ihya etti
Çağdaş Gökbel
Okumuş Bir İşçi Soruyor (Bertolt Brecht)
“…
Yüce Roma’ da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Dillere destan olmuş koca Bizans’ta,
yok muydu saraylardan başka oturacak yer?
Atlantis’ te, o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istemişler, kölelerinden.
Genç İskender Hindistan’ ı zaptetti!
Bir başına mı?
Sezar, Galyalıları yendi!
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağlamış derler batınca tekmil filosu,
ondan başkası ağlamadı mı acaba?
Kitapların her sayfasında bir zafer.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her 10 yılda bir büyük adam.
Ödeyen kim faturayı?
İşte bir sürü olay sana.
Ve bir sürü soru”
Tarihin en iğrenç versiyonuna, yaşadığımız bu zifiri karanlık çağda tanıklık ediyoruz. Emperyalizm, faşizm seçeneğine sarıldıkça, bildiklerimiz ters yüz olmaya devam ediyor. Göçmenler inşa ediyor, göçmenler tedavi ediyor, göçmenler toplumlarımızı sırtında taşıyor ama kahramanlar hep zengin şımarık çocukları oluyor.
Televizyon, gazete gibi klasik ve çağdışı kitle iletişim araçlarını satın almak yerine Twitter’ı satın almayı tercih eden Elon Musk, zorba imparatorluğun gördüğü en akıllı aristokratlardan biri olduğunu bir kez daha tüm cümle aleme kanıtladı. Kişisel egosunun ya da diğer bir ifadeyle, narsizminin eseri olan bir ad koydu satın aldığı medya aracına ve kocaman ‘X’ işaretleri dikildi binaların tepesine. Musk, kendi rezil dünya görüşünü (distopyasını) milyarlarca insanın zihnine ulaştırdı. Bu dünya, yakın tarihteki Amerikan sermayesi ile ortak idealleri taşıyordu. Bu yüzden yeniden Naziler, tarih sahnesinin spot ışıkları altında görülmeye başladı. BSM’nin Nazilerin Amerikan sermayesi ile ilişkini incelediği, ‘Hitler'i Kimler Yarattı? - Nazi Almanya'sının Ekonomisi (Krupp)’ başlıklı belgeseli çağımızı anlayabilmek için önemli bir kaynak.
Almanya, Şubat ayında genel seçimlere gidiyor ve Almanya’nın Nazi partisi iktidarı zorlayacak gibi görünüyor. Elbette X’in şımarık sahibinin ve ona bol para kazandıran popülist çetesinin yardımıyla. Bu ara Elon Musk, her yerde! İngiltere’deki ırkçı vandalizmde, İrlanda’da mültecilerin yakılan otellerinin arkasında hep o var. Musk, lanetler yağdırdığı sol liberal-politik doğruculuk despotuna karşı savaş açmış ve hür konuşmanın biricik savunucusu bir kahraman pozunda çıkıyor karşımıza. Oysa liberal sol yeşiller, morlar, pembeler ve aklınıza gelebilecek tüm bu renk cümbüşü kılığındaki canavarlar sayesinde böylesine semirebildi Elon Musk. Geçmişteki liberal adamdan geriye pek bir şey kalmamış gibi görünüyor. Amerika’da iktidara yerleşmeye çalışan faşist klik, tüm Avrupa kıtasını etkilemeye çalışıyor; kapıdaki bu yeni faşizmin Nazilere ne kadar benzeyeceğini ise zaman gösterecek. Ne Avrupa ekonomisi ne de Amerikan piyasası yeni bir gaz odası çılgınlığını kaldıramaz. Gelen faşizmi Hitler ile doğrudan ilişkilendirmek hatalı çıkarımlara neden oluyor. Bu yüzden tarihsel benzetmeleri abartmamak gerektiğinin açık bir örneği AfD’nin yükselişi ve çok dikkatli olmak gerekiyor.
Amerika ve Avrupa’daki bu muhafazakâr tepki, Türkiye’deki muadilleri gibi haykırıyor: ‘Roma çöküyor! Çöküşün sebebi, kavimlerin sınırlarımıza hücumu; bunu engellemek zorundayız!’ Oysa tarih bu ideolojik masalı yalanlıyor. Roma, önce birbirine hiç benzemeyen, hatta birbirleriyle aynı tanrılara inanmayan Latin ve İtalyan kabileleri krallık altında birleştirerek bir mucize gerçekleştirdi. Roma, Yunan medeniyetinden çeşitli veçhelerden etkilendi, ancak onu Yunan kültüründen ayıran çok önemli farklar vardı. Fenike, İyon ve küçük Asya’dan akan kültür, İtalya’da antik dünyanın en büyük sentezini yarattı. Küçük ve önemsiz bir Latin kenti olan Roma, birbirine hiç benzemeyen halklara kollarını açtı. Roma mucizesi, faşistlerin tahayyül ettikleri gibi bir şey değildi.
Roma’yı Yunanlardan farklı kılan yasalarına olan katı bağlılığıydı. Kabaca anayasal düzen olarak değerlendirebileceğimiz Roma kurallar sistemi, yani Roma yasaları dinin etkisinin dahi kolay kolay sızmasına izin vermedi. Romalı düşüncesini diğerlerinden ayıran, dünyevi yaşama tutkuyla bağlı olmasıydı. Kuruluş döneminde kral Servius Tullius tarafından yapılan yasalar kölelere, göçmenlere yurttaşlık yolunu açmıştı. Roma cumhuriyete, Roma imparatorluğa yürüyordu. Her fırsatta sömürgenlerin zorbalığının bir sureti olarak aşağıladığımız Roma’nın insanlığa bir yönüyle aydınlık ve önemli bir miras bıraktığını unutmamalıyız ve faşistlere karşı bu tarihi gerçekçi yönleriyle savunmalıyız. Unutmamakta yarar var, devrimciler yolunu kaybettiklerinde geçmişin cumhuriyet ve erdemlerinden feyz aldılar. Jakobenler, geçmişi olmayan bir geleceğin inşa edilemeyeceğinin bilincindeydiler. Yurttaşın yaratılması ve yasalarla korunmasını Roma’ya borçluyuz. Roma, vatandaşlığı bir ödül olarak sunabildiği sürece genişledi ve zenginleşti.
Roma kapılarını göçmenlere açmayan dar kafalıların yönettiği ve yasaların çiğnendiği bir ucubelik olsaydı, asla medeniyet diye tanımladığımız değerler sisteminde yer alamaz ve asla büyüyemezdi. Küçük ve yoksul bir yerleşim bölgesi olarak arkeolojik bir iz bırakır ve unutulurdu. Roma’yı tarihe kazıyan köleler ve erken dönemde İtalyan coğrafyasından kente akan göçmenler olmuştur.1 Roma, fetihlerle genişlerken doğal olarak Avrupa’nın barbar diye tanımlanan halkları Romalı oldular. Büyük göç dönemi diye tanımlanan evrenin çok öncesinde Roma bu insanların topraklarına çoktan girmişti. Yani burada bir işgalci olarak önce Romalılar halkların topraklarına giriş yapmıştır. Tıpkı bugünkü gibi, göçten yakınan ve Roma İmparatorluğu’na özenen ABD ve müttefikleri önce fiziki olarak hedef coğrafyaları işgal etmiştir. Sonrası ise malum, insanlar gayet doğal bir biçimde kitlesel olarak Roma’nın kalbine doğru yürüyüşe geçmiştir.
Roma, bir evrede öylesine büyüdü ki siyah tenli bir imparator dahi tahta çıktı. Köleler vatandaş oldu, göçmenler orduda subay oldu ve yüksek mevkilere kadar çıktı. Roma, bunu bir ödül gibi pazarlayabildiği sürece başarılıydı. Septimius Severus’un oğlu Caracalla imparatorluğu ayakta tutabilmek için Roma’nın kontrolü altındaki tüm insanları yurttaş ilan etti. Bu hamle Roma’yı yıkılmaktan kurtaramadı. Çünkü, Roma haddinden fazla genişlemiş ve haddinden fazla yağmalamıştı. Roma kültürü böylesine büyük bir insan kütlesini kendi potası altında eritmekte zorlanıyordu. Bunun sebebi, barbarların şuursuzca medeniyete karşı mukavemet etmesi değil, Roma’nın durmak bilmez genişlemesiydi. İmparator Hadrian duvarlar örmüş, Marcus Aurelius, vasiyet niteliğinde yazdığı eserde en büyük erdemin tamahkârlıktan kaçınmak olduğunu belirtmişti. Örülen duvarlar, geleceğe nasihat niteliğinde bırakılan metinler fayda etmedi; Roma yönetici elitinin açlığını doyurabilecek bir erdem ve onu durdurabilecek bir duvar yoktu…
Publius Aelius Hadrianus (Hadrian)’un kehaneti gerçekleşmişti. Duvarların ardına uzanan yok oluşu tadacaktı, Roma tüm bu hayati deneyimlere kulaklarını tıkamıştı. Duvarlarının ötesine uzandı ve yeni yağma bölgeleri aradıkça tükendi. Sonunda hakettiği şamarı yediğinde sanki ondan bir iz kalmamış gibiydi. Göçmenleri, köleleri ve halkları Romalılaştırmayı başaran mucizeden geriye sadece yıkık dökük sütunlar kalmıştı.
Amerika ve Avrupa belki benzetmenin bu yönüyle yıkılmaya doğru gidiyor gibi görünüyor. Kendisini zenginleştiren, gökdelenleri yaratan emeğe karşı yabancılaşma ve düşmanlaşma Roma’nın yıkılışının habercisi gibi görünüyor. Göç eden (ülkesinden sürülen ve göç etmek zorunda kalan) ve barbar diye nitelendirilen tüm bu insanları, ‘yurttaş yapamazsınız!’ diye haykırıyor sömürgenler. Oysa Roma’yı Roma yapan şey, tüm bu insanlara vatandaşlık vaadi verebilmesiydi. Bu vaat ortadan kalktığında ne olacak? Şimdi AfD gelecek, insanları kamyonlara doldurup yok edecek diyorlar. Korkunun bu derece yüksek dozda, göçmenler arasında gezdirilmesi oldukça tehlikeli. Korku bu derece yükseltildiğinde, akıl devre dışı kalır. Hem Amerikan sermayesinin hem de Alman sermayesinin çılgınlar gibi ucuz göçmen emeğine ihtiyacı var. Elbette bunlar sektörler arasında farklılıklar gösterebilir. Bakmayın siz ağızlarından köpükler saçarak faşizm ve popülizm yaptıklarına; göçmenleri tahayyül ettikleri gibi ülkelerinden atamazlar ya da süremezler. Bunu yapmak demek, sermayenin intihar etmesi demektir. Böylesi bir durumda üstün insan beyaz Avrupalılar muayene olacak doktor, kaba etlerine iğne yapacak hemşire bulamazlar.
Tüm bu tantananın sebebi, askeri terör rejiminin toplumu hizaya sokma çabası. Savaş yayıldıkça ve küreselleştikçe yoksul kitlelerin yoksulluğu ve yoksunluğu artıyor. Bu yoksulluktan-yoksunluktan en büyük payı elbette ülkesi zorba imparatorluk tarafından işgal edilenler alıyor. Yarın, bu yoksul insanlara vatandaşlık vermek için tıpkı Roma’daki gibi askerliğin yolunu açacaklar. Asker ol, imparatorluğa hizmet et ve hakettiğin ödüle kavuş diyecekler. Amerika bunu çok iyi bir biçimde yaptı. ABD ordusunda yaralanan askerlerin haline bakılırsa eğer, orada göçmenler için büyük derslerin olduğu görülecektir. Göçmenleri sınıf mücadelesinden ve Avrupa işçi sınıfından bu yüzden uzak tutmaya çalışıyorlar. Gettolar, görünmeyen camdan duvarlar ve şirket yönetim binaları bunlar için inşa edildi. Bu garip tarihi alegorinin ya da kesişim noktasının sonuna doğru ilerliyor olabiliriz. Artık yurttaşlık haklarını tartışmaya açan bir Avrupa, yani temel yasaların hiçe sayıldığı böylesi bir Roma ayakta kalamaz. Varlığını anayasalara borçlu olan rejimler, anayasasız cumhuriyetler formunu aldıkça eriyor ve tükeniyor. Türkiye ve İtalya bunun en açık ve bariz iki örneği. Unutmayın göçmenler ve onların taşıdığı yoğun emek sayesinde bugünkü Avrupa ve Amerika doğdu. Şimdi, her iki kıta da böylesi bir varoluşu reddediyor. Öyleyse yıkılmaya yazgılıdırlar ve bundan kaçamazlar.
- 1Okuyucu tüm bu fikirleri takip etmek için Theodor Mommsen’in ‘Roma Tarihi’ (I.Cilt-Krallık Dönemini) okumalı (Y.N.).