İki cihanda lekelilere!..

KENTİN SESİ- SAMSUN Yazıları

Emre Altuğ’un sosyal mesaj veren bir şarkısı vardı. “Sıcak, çok sıcak, daha da sıcak olacak.” Altuğ’un dediği çıktı. Memlekette havalar zaten hep sıcaktı. Şimdi daha da sıcak… Neyse ki denizlerimiz var. Memleketin üç tarafı deniz ya, yüzme bilen de bilmeyen de kendini denize atıyor. Ama, rip akıntısı, hırçın dalgalarıyla meşhur Karadenizimizde yüzmek her babayiğidin harcı olmadığından bizim deniz çok canlar yakıyor.

Geçenlerde baktım sahilde bir kalabalık, yine biri boğuldu telaşıyla sahile koşturdum. Bir de ne göreyim denizde artistik hareketlerle kulaç atan Başbakan, Ahmet Türk’le birlikte yüzüyor. Ancak, öyle enteresan bir stille yüzüyor ki, kurbağalama desen değil, kelebek desen değil… Şimdiye dek görülmemiş bir stil… Açıldıkça açılıyor, açıldıkça açılıyor… Ahmet Türk de peşinde... Açıklarda ise küpeştesinde 'demokrasi' yazan bir Amerikan savaş gemisi... Obama ve Fethullah da güvertede, şöyle kulaç atın, böyle açılın diye bizimkilere taktik veriyor.

Sahilde onları izleyenler hayranlıkla alkışlıyor, içlerinde ağlayanlar bile var. Kimler yok ki aralarında… Zülfü, vatandaş Sezen, Abdullah, AKP'li vekiller… Yazarlar, çizerler, sendikalılar, sendikasızlar, haşemalılar, haşemasızlar… Başbakan garip kulaçlar atıyor, onu pürdikkat izleyen Ahmet Türk ise bata çıka yüzmeye çalışıyor.

Baktım Samsun Milletvekili Suat Kılıç da sahilde… Merakımı yenemeyip sordum. “Sayın vekilim bunun adı ne? Başbakan, Ahmet Türk’le denizde ne yapıyor?” Kılıç, “Bunun adı Demokrasi Açılımı, biz bulduk. Kulaç atan da Başbakan değil, AK Parti Genel Başkanı” dedi. Yüzen şahıs Başbakan’a ne kadar da benziyor diye düşünürken ben, sahildeki sade vatandaşlardan biri “Hadi canım, Amerikan stili bu” demesin mi. Bunu duyan Başbakan’a benzeyen genel başkan, yüzmeyi bırakıp “Amerikan stili deyip de ispatlayamayan namussuzdur, alçaktır!” dedi. “Ayıp oluyor, düzgün konuş” diye söylenen sade vatandaş demokratik bir yöntemle sahilden uzaklaştırıldı.

Ve Kılıç beni şuurlandırmaya devam etti: “Bunun genel adı Demokrasi Açılımı… Tayyip Bey’in denize kimle girdiğine göre stilin değişik versiyonları var tabii. Ahmet Türk’le Kürt açılımını başlattık, Laz, Çerkes, Ermeni, Roman… devamı gelecek. “Türklerle ne zaman girecek peki denize?” sorumu ise “Silivri’den tahliye olurlarsa” diye yanıtladı. “Peki daha düne kadar devlet eşkiyayla masaya oturmaz, dememiş miydiniz?” soruma gelen yanıt şuydu: “Oturan kim lan? Yüzüyoruz görmüyor musun?”

“Amacımız Türkiye'nin önünü açmak” diyen Kılıç’a “Ama vekilim, bugün Türkiye’nin önünü açan, yarın…” demeye kalmadı Zülfü abi, Sezen ve Ece bacım yanımıza geldi. Zülfü abiyi görünce sevinçten hemen çakmağımı yakıp ondan Ey Özgürlük şarkısını istedim ama o, “her yöne Ey Özgürlük 7777 yaz, Vodafon’a yolla, anında cebine gelsin” deyince bakakaldım. O şaşkınlığımın üstüne, “Ben vatandaş Sezen” sözleriyle travma geçirdim. Noluyor lan burda? Biri Başbakan Tayyip değil Genel Başkan Tayyip, diğeri sanatçı Sezen değil vatandaş Sezen.

Memnun oldum, ben de vatandaş sazan mı desem diye düşünürken vatandaş Sezen’in kolundaki Ece bacım, tarihe geçecek şu lafı etti: “Benim ülkemde bir Şatila istemiyorum arkadaş! Ve bunu bu hükümet başaracaksa... Durmak yok, yola devam! Tüm kalbimle!” Sen de mi bacım? Ama, hani biz burada devrim yapacaktık sinyorita, bakışlarıyla tebessümüme aldırış etmeyen Ece bacım, “Sezen’im, arzuhalcim, çok rica ediyorum senden, benim için de birkaç şey söyler misin? Hükümetin bana pek akıl danışası yok da…” Aç onu da sen söyle bacım demokrat Başbakanına tutan mı var?” derken ben, o sırada denizden genel başkan çıktı, arkasında su yutmaktan bir türlü yüzemeyip hem orucu hem de morali bozulan Ahmet Bey’le… Ahmet Bey’e sarılmış, bir dahaki sefere denize BOP’la girelim diyor, Ahmet Bey ise “Botla mı girelim Tayyip Bey?” diye soruyor.

Sezen bacım, heyecanla onlara doğru seğirterek: “Annemle, babamla konuştum. Son açılımınızı hep birlikte, canı gönülden destekliyoruz. Sürecin güzel bir şekilde tamamlanması için elimden geleni yapmaya hazırım. Annem ve babam, bu sürecin karşısında duranları iki cihanda lekeli kabul ediyorlar, ben de öyle görüyorum." deyiverdi. Başbakan hislendi ve Sezen bacımı onore etti: “Hassasiyetiniz için teşekkürler. Zorlu bir yolculuğa çıktık. İnşallah altından kalkarız.” Amiiin sesleri arasında Abdullah konuştu: “Amin dediniz de aklıma geldi. Ben Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Kürdistan’da okulları, cemaatleri var, örgütlüler. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir.”

Dayanamadım artık, bu trajikomediye… Sezen bacıma dedim: “ Sezemeyen Sezen’im,. Ben de annemle, babamla konuştum. Asıl, bu emperyalist, dinci, gerici projeyi barış, kardeşlik ve demokrasi gibi pazarlayanları alkışlayan eller lekelenmiştir diyorlar, ben de öyle görüyorum. Vietnam’ı, Filistin’i, Irak’ı, Afganistan’ı unutmayın!” Sahilimizi terkederlerken Sezen bacım, şarkı söylemek lazım deyip başladı: İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır/Eller günahkar /Diller günahkar/Bir çağ yangını bu bütün/Dünya günahkar/ Masum değiliz hiçbirimiz

Bu öyküyü uydurduğumu düşünüyorsunuz değil mi? Çok isterdim, bu öyküdeki kişilerin gerçek kişilerle ilgisi yoktur demeyi… Ama, gerçek!.. Emperyalizme karşı bağımsız bir Türkiye için canlarını veren Denizlerin Hakkari'de Zap nehrine kurdukları Devrimci Gençlik Köprüsü kadar gerçektir. Açıldık ey halkım unutma bizi!...

[email protected]