Allahına gurban senin!..

KENTİN SESİ - SAMSUN Yazıları

“2010’da fabrikaları kapatılıp sokağa atılacak Samsunlu Yaprak Tütün işçilerine bakın” demiştim. “1000 işçinin çocuklarına ekmek götüremeyince kopacak kıyameti düşünün, 2010’a hazırlanın! Bir de 15 Aralık’taki Ankara Büyük TEKEL buluşmasına…” demiştim 2010’un ilk yazısında… 15 Aralık’tan bu yana tam 35 günü devirdik.

Tayyip ne demişti? “Yan gelip yatıyorlar…” Sen misin işçiye bok atan!.. Öyle yatılmaz, böyle yatılır deyip, 35 gündür Ankara’nın göbeğinde yan gelip yattı işçi! TEKEL işçisi öyle bir yattı ki, “onların gözleri var görmez, kulakları var duymaz” diye huşu içinde ayetler okuyan Tayyip dut yemiş bülbüle döndü gören gözü görmez, duyan kulağı duymaz oldu. Bırak gördüğünü, duyduğunu olmayan darbenin kokusunu alıp durumdan vazife çıkaran hisleri kuvvetli başbakan Ankara’nın orta yerinde yan gelip yatan işçiyi görmedi, duymadı.

Aslında ilk günler, o yan gelip yatan işçileri Ankara’da bir aralık ayakta görmüş, hatta görür görmez biber gazını süne zararlısı gibi işçinin gözüne gözüne sıktırmıştı ama sıkılan gaz işçide ‘inadına direniş’ gibi bir yan etki yaratınca fena halde küsmüştü işçiye... “Evinize gidin lan!” ricası da işe yaramayınca küstü işte konuşmuyor, oynamıyor.

Bunların vekilleri de aynı… Bugün gazetede 'Zulme sessiz kalınıyor' yazan başlığı görünce heyecanlandım. Tamam dedim, AKP’den vekil de olsa bir yere kadar… Adamın vicdanı sızladı, Ankara’da meclise giden yoldan geçerken Sakarya’da o soğukta yerde yatan TEKEL işçilerini görünce içi sızladı ve dedi ki “Dünya bu zulme sessiz kalıyor.” Meğer AKP Samsun Vekili MKYK Üyesi ve İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Cemal Yılmaz Demir bu sözü Filistin için deyivermiş. “Filistinli kardeşlerimiz…” demiş. Abicim, Filistinliler kardeşin de kendi memleketinin işçisi düşmanın mı?

Filistin’de zulüm yaşandığını ve dünyanın yaşanan zulme sessiz kaldığını söyleyip, “İsrail'in attığı bombaların izlerini bütün dünyanın görmemesi mümkün değil, ancak dünya bu zulme sessiz kalıyor" demiş. Vay be!.. Vekildeki göze bak! Adam, burnunun ucundaki zulmü değil de, ta Filistin’dekini görebiliyorsa bunun mantıklı tek açıklaması var: Kesin hipermetrop!.. Göz kusuru bu olabilir deyip, vekile bir ince kenarlı mercek ayarı çeksen de düzelmez ki… Bu hastalığın tek tedavisi var, o da istifa… İstifa edip, AKP’yle ve saz arkadaşlarıyla bütün bağlarını kessin, bak gözü nasıl da ayna gibi görmeye başlar. O zaman Ankara’yı da Ankara’da yan gelip yatanı da cillop gibi görmeye başlar. Ben gördüm mesela… Ankara’ya gittim gördüm. Gerçekten de yan gelmiş yatıyorlar mı diye bakmaya gittim ve gördüm. Gidiş o gidiş ben Samsun’da, aklım ve yüreğim orda kaldı.

Saat sabahın beşi… Karanlıkta bekliyoruz bize yoldaşlık edip direnişin sürdüğü bölgeye götürecek Murat’ı… Kucaklıyoruz yoldaşımızı ve yola düşüyoruz, az ve de uz gidip bölgeye ulaştığımızda “İşte burası” diyor Murat… Biz şaşkınlık içinde ilerlemeye başlıyoruz. Titriyorum heyecan, soğuk, gördüğüm manzara kanımı donduruyor. İlk o işçi gözüme takılıyor. Altında tek kat battaniyesi, betonda, yanında sıra sıra dizilmiş yan yana yatan işçilerin arasında, oturur vaziyette uyuyan yüzü, alacakaranlıkta makinemin flaşıyla aydınlanıyor. Uyanıp da gözünü açıp baktığında saygısızlığımın utancı, onun bakışından duyduğum ürperti birbirine karışıyor, hızlıca uzaklaşıyorum. Deprem bölgesi gibi ortalık… Evleri yıkılmış da, sokağa atmışlar gibi kendilerini… Sabahın olmasını bekliyorlar.
Ekmeğin ve gülün aşkı için yatıyor kadın işçiler gecenin koynunda, buz kesen ayazda… Birbirlerine sokuluyorlar üşüdükçe… Kimisi taburelerin üzerinde bekleşiyor, kimisi ısınmak için halayda, Kürdü, Türkü, Lazı hep birlikte halaya duruyor. İşçilerle dayanışma kampanyamızdan getirdiğimiz battaniye ve taburelerin ne kadar yetersiz kalacağını düşünüyorum, yüzlerce işçiye bakarak… Yağmurdan korunmak için çekilen naylon brandalar… Varillerde yakılan tahta parçalarına, ayakkabıcıların geceden bıraktığı karton kutular eşlik ediyor. Yanan ateşin etrafında öbeklenmiş gözlerde mağrur ve hüzünlü bakışlar… Günü birlikte karşılıyoruz işçi kardeşlerimizle…
Samsun çadırına giriyoruz. Önümde ilerleyen TKP’li arkadaşları gören TEKEL işçileri, “Belma nerede, gelmedi mi yoksa?” diye soruyorlar. “Buradayım abi, nasıl gelmem” diyorum, heyecan ve sevinçle kucaklıyoruz birbirimizi… Gözleri ışıldıyor işçi kardeşlerimizin… Ateşin başında yer açıyorlar bize… Sonra merakla sormaya başlıyorlar Samsun’u… İlk soru “Samsun kaç otobüs geldi?” oluyor. Sonrasında “Orada hava nasıl, direnişimizi görüyorlar mı, bize sahip çıkıyorlar mı?” diye soruyorlar. Coşkuyla anlatıyorum, Samsun çok iyi geliyor, 10 otobüs Tes-İş’ten, 15 otobüs Türk-İş’ten… Yollarda o kadar çok otobüs gördük ki bugün Ankara’da yer yerinden oynayacak diyorum, heyecanlanıyorlar…

Sonra sitemler başlıyor. “Neden son güne kadar bekledin ki, niye daha erken gelmedin?” Abi, elimiz boş gelmek istemedik diyorum ve TKP’nin çağrısıyla Samsun’da açtığımız TEKEL İşçileriyle Dayanışma Masamızı anlatıyorum. Nasıl duygulanıyorlar, “Bizi Samsun’dan uğurlarken TKP’li yoldaşlarımız sizi karşılayacak Ankara’da demiştin, öyle de oldu. İlk günden bugüne hiç bırakmadılar bizi.. Parti rüştünü ispatladı” diyorlar ve teşekkür ediyorlar dayanışma kampanyamız için… “Bizi yalnız bırakmayın, burada tanık olduklarınızı, sesimizi duymayanlara anlatın. Biz açlık grevine başlıyoruz, bunu da görmezden gelirse hükümet, ölüm orucuna yatacağız. Sonuç alıncaya kadar çekilmeyeceğiz. Genel grev, genel direniş talebimizi Samsun’daki sendikalara da iletin. Genel merkezlerine çağrıda bulunsunlar” diye de ekliyorlar.

Murat, Kemal, Hamit, İbrahim, Ömer abi, Süleyman, Cevahir abi, Dilek, Sevgi, Ceyhun, Satılmış, Ertan, Alpaslan .. adlarını sayamadığım yüzlerce Samsunlu işçiyle söyleşiyoruz. Fotoğraf makinemle ölümsüzleştiriyorum o su gibi akan saatleri… O kederli ama ümitli yüzlerle 4-C, AKP, sendika, işçi sınıfı, memleket, açılım, grev.. neler konuşmadık ki… Slogan da attık hep birlikte, gençlerden öğrendikleri kabak oyununu da oynadık :) “Bir kabak olmaz, kaç kabak olur?” diye sora sora moral depolarken işçiler seslendim:

- Ceyhuuun, 4-C’den kaç kabak olur?

- Ondan bi cacık olmaz be abla!...

O sırada Satılmış sesleniyor bana… “Abla gasteye benim olduğum fotoğrafı koy emi?” Soran bakışlarıma şu yanıtı veriyor: “Eşim, çocuklarım çok özledi beni, hiç olmazsa gazetede görsünler yüzümü” Gözümün yaşı içime akıyor, tebessüm etsem de… Sonra mitingde buluşmak üzere vedalaşıyoruz işçilerle… Yüzbinler buluşuyoruz mitingde, sicim gibi yağan yağmurun altında, işçisi olmayan kürsüde… Soğuktan buz kesen yumruklarımızı sıkıyoruz, ayaklar baş olmaya kararlı, bir daha yemin ediyor: Ölmek var, dönmek yok! Genel grev, genel direniş!... Yaşasın sınıf dayanışması!
Samsun dönüşü gazeteden arıyorum işçileri… Satılmış’a söyleyin dememe kalmıyor, telefonu kapıyor Satılmış…

- Ara eşini, yarın bir Haber gazetesi alsın. (Satılmış anlıyor ve haykırıyor)

- Abla! Allahına gurban senin!..

İşçiden esiyor yel/Dumanı dağıtacak/Yıldız-poyraz başladı/Bahar yakın demek ki/Mevsim böyle kışladı/Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel/Hava döndü işçiden/İşçiden esiyor yel!

Senlik benlik bitip de/Kuruldu muydu bizlik/Asgari ücret değil/Hür ve günlük güneşlik/Beklenen gün olacak/Aldığın son gündelik/Halk kalacak geride/ gidince bu zalım sel/Hava döndü işçiden/İşçiden esiyor yel!

[email protected]