Kaçınılmaz olan

15-16 Haziran’ı iki sıradan veya önemli gün olarak değil de bir toplumsal/tarihsel olgu olarak ele alırsak, burada kaçınılmaz olan nedir? İsterseniz bugünü de sorgulayalım: 46 yıl sonra bugün Türkiye’de kaçınılmaz olan nedir?

Devrimci iyimserliğin ve 15-16 Haziran çağrışımının akla getireceği şey, kitlelerin tepkisi, ayaklanması olacaktır büyük ihtimalle. Yani denebilir ki, bunca baskının kendiliğinden bir tepkiyi üretmesi, kışkırtması kaçınılmazdır.

Bu ancak bir yere kadar doğrudur. Güncel olarak işçi hareketinin nabzının yüksek attığı Fransa’da kuşkusuz çalışma koşullarını baskılamaya dönük bir hükümet girişimi, her durumda tepki görürdü. Ama hükümet partisinin önemli bir sendikal konfederasyonu kontrolü altında tuttuğunu hatırlamak gerekir. Sosyalist sendikalar en iyisinden, dostlar alışverişte görsün tepkisi üretirlerdi. Ama başta komünist CGT olmak üzere daha solda ve işçi sınıfına çok daha yakın odaklar vardı ve kaçınılmaz tepki onlar sayesinde biçimlendi. Yoksa tepki olurdu ama sınırı da belli olurdu.

1970 yazında o güne kadar görülmemiş bir eylem gerçekleştirdiyse işçi sınıfı, kaçınılmaz olan bu eylemin kazandığı biçimler ve işlevler değildir. Biçim ve işlev başka müdahalelerle oluşur, somutlanır. Orada -çok değil- on yıl önce Saraçhane’de o güne kadarki en büyük işçi mitingine ön ayak olan işçi önderleri kuşağı vardır. Orada TİP vardır. Orada çocuklarımıza akşama dönmeyeceğiz, savaşa gidiyoruz demeyi düşünen işçi temsilcisi vardır… Bunlar olmak zorunda değildi ve tepkinin kaçınılmaz olanı bizim 15-16 Haziranımızın boyutlarını kapsamıyordu.

Bu tartışmayı uzatmayacağım. Nesnellik-öznellik, kendiliğindenlik-örgütlülük, iradi müdahalenin rolü gibi kavramlarla devam etmeyeceğim…

Kaçınılmaz olan işçi sınıfının, ezilenlerin, Fransa’da emekçilerin, Türkiye’de liselilerin şu veya bu yönde eyleme geçmesi değildir. Kaçınılmaz olan düzenin, egemen güçlerin halkı kışkırtmaktan kendilerini alamayacak olmalarıdır.

1960’ların sonunda Süleyman Demirel’den Türk-İş’e, merkez medyadan emniyet aygıtına kadar egemen güçlerin belli başlı isim ve kurumları ülkenin sola kayışını durdurmak için harekete geçmek zorundaydılar. Yoksa kapitalizmin bahar ayları alarm sinyali veriyordu. Yoksa düzen halkı kaybedecekti. Yoksa hak arama ve aradığı hakkı alma güdüsü kaderciliğin yerini alacak ve düzenin temelleri sarsılacaktı. Hükümet mutlaka saldırıya geçmeliydi.

Sonucu bilemezdi hiç kimse. Sonucu mücadele belirleyecekti. SoL portalda dün o mücadelenin az bilinen bir belgesi yayınlandı. Bize Avni Erakalın’ın yıllar önce ulaştırdığı ses kaydında işçi temsilcileri tartışıyorlardı ne yapacaklarını… O bir mücadele belgesi, sonuç o toplantılarda şekillendi. Yasa girişimi çöktü. Ama Türkiye’yi 12 Mart darbesi bekliyordu…

Fransa’da sosyalist hükümetin sağ gidişi düzelteceği, makyaj tazeleyeceği düşünülüyordu. Oysa kaçınılmaz olan, sosyalist hükümetin emperyalist savaşa ülkeyi dahil etmek için gaza basmasıydı. Fransız kapitalizminin yasaları, rekabetten daha fazla geri düşmemek için emeğin baskılanması gerektiğini söylüyordu. Yoksa örneğin Almanya’yla karşılaştırıldığında Fransa’nın giderek bir üçüncü dünya ülkesine benzer hale gelmesi önlenemezdi.

Erdoğan’ın -bile bile lades- kalkıp Muhammed Ali’nin cenazesine gidip şov yapmaya kalkması kaçınılmazdı. Rejim şovsuz yapamayacak durumdadır. Ciddi söylüyorum; imaj üretimi ve hatta makyaj yobaz rejimin temel direklerinden biridir. Kös kös dönmesi kaçınılmaz değildi. Çok zayıftı Tayyip ve mücadeleyi kaybetti.

Yine Erdoğan’ın liselilere kalayı basması da kaçınılmazdır. Bu rejim, yeterince politize olmamış ve politize olmaktan kaçınıyor diye bir gençlik hareketini sineye çekemez. Yol olur diye bakarlar ve kaçınılmaz olan iktidarın gençliği ezme isteğidir. O müdürler yanlışlıkla veya abartılarak atanmadı.

O polisler de şaka olsun diye seri katille resim çekmediler. Türkiye’de yobaz düzenin doğal parçası emniyet güçlerinin bu sapkınlıkla empati kurmasıdır. Bu, selfi çekmekle veya başka bir yolla realize olur, onu bilemeyiz; ama kesin ve kaçınılmaz olan polisin psikolojisinin seri katilden yana konumlanmasıdır.

ABD’deki katliam güvenlik açığından değil belirli bir nesnel kaçınılmazlıktan kaynaklanmıştır. Eşcinselleri katlederek cennete gideceğine inanan beyinlerin ortaya çıkması da, istatistik olarak bunların içinden birkaçının eyleme geçmesi de kaçınılmazdır.

Katliamın Türkiye’ye “sapıklar geberdi” tadında yansıması, hükümetin yayın organlarında böyle ele alınması da kaçınılmazdır. AKP rejimi için bu girdiler artık vazgeçilmez, temel dayanaklardır. Sapıklar geberdi demeden yaşayamaz bu rejim. Namaz kılmayana, oruç tutmayana hakaret etmek zorunludur.

46 yıl önce veya bugün yaşadıklarımızı basit olaylar değil de, birer tarihsel/toplumsal süreç olarak düşünürsek, kaçınılmazlığı görmek durumundayız. Karşı tarafın saldırısı zorunlu.

Zorunlu olmayan, biçimi, rolü, gördüğü işlev, ve sonuç. Sonuç mücadeleden türeyecek.

Bu mücadelede bizim tarafın düşebileceği en büyük yanlış, saldırının kaçınılmaz olmayabileceği, birtakım aşırı yorumcular tarafından neden olunduğu, aslında öyle olmayabileceği yolunda yaklaşımlara kapılmak olur.

Hayır, DİSK’i yok etme arzusunun pratiğe dökülmesi kaçınılmazdı. Liselileri boyun eğdirmeden yaşama olasılıkları bulunmuyor. Mücadeleden türeyecek sonucun bizden yana olması için, başımıza gelenin bir tesadüf değil düzenin kuralı olduğunu bilmemiz gerekiyor.