Restorasyon!

Daha önce çok defa yazdık, AKP’nin iddialı olduğu alanların başında gelen dış politika, gerici iktidarın zayıf karnıdır diye... Kabul edelim, bu alanda bir “vizyona” sahiplerdi. Sadece soL’da değil, hâkim medyada ve uluslararası basında da bu vizyon yeni Osmanlıcılık olarak adlandırıldı. Ve çöktü… Üstelik çökeli epey bir zaman oluyor.

Amerikan çıkarlarıyla uyumlu, merkezinde islamcı ideolojinin durduğu, Türkiye’nin emperyal hevesler doğrultusunda dönüşümünü öngören bir vizyondu bu. Birkaç duvara birden tosladı ve darmadağın oldu.

Önce bölge gerçeklerine, geniş anlamda Ortadoğu’nun tarihsel ve sınıfsal birikimine çarptı. En belirgin yenilgisini Suriye’de aldı. Çünkü yeni Osmanlıcılık bölgedeki tarihsel gerçekleri kendi lügatine göre okuyor, sadece uydurmuyor, aynı zamanda düpedüz yanılıyordu. Suriye’de BAAS yönetiminin altı kolayca oyulabilecek, dünyaya basit bir “Alevi diktatörlüğü” olarak lanse edilebilecek bir iktidar olduğunu varsaydı. Yanıldı ve Suriye halklarından tarihsel bir ders aldı.

Sonra Türkiye’de duvara tosladı. Emperyal vizyonun altını ülkede gerici bir dönüşümle, İkinci Cumhuriyet’le doldurabilirdi ancak. Tersi de geçerliydi dönüşüm için emperyal vizyon lazımdı. Ancak bu “restorasyon” Türkiye’nin özgürlükçü ve aydınlanmacı birikimine çarptı ve meşruiyet kazanamadan derin bir krize sürüklendi.

Sonrası kriz… Sermaye sınıfında endişe belirgin hale geldi, emperyalist merkezler kaşlarını çattı, emekçi sınıflar ve halklarla yıldızı zaten hiç barışmadı.

Artık ortada, neresinden bakarsanız bakın, bir enkaz var. Ve bu enkazın baş mimarlarından biri artık majestelerinin başbakanı…

Sesi titreyerek yaptığı konuşmada 12 yıllık tarihlerini “restorasyon” olarak özetledi. Devleti ve demokrasiyi restore etmişler.

Etmeye çalıştılar, edemediler. Daha doğrusu yenileyemeden eskidiler ve iflas ettiler. İkinci Cumhuriyet dikiş tutmadı. Restorasyon çalışmaları sırasında yapı çöktü. Çökertenlerin başını çekenlerden biri de bu titrek.

Bunun farkında olmamaları mümkün mü? Enkazın merkezinde duran, bölgedeki ülkelerin önemli bir bölümüne ayak basamayacak durumda olan zatın, yıkılmakta olan duvarları çelimsiz kollarıyla tutabileceğini zannedecek kadar aklını yitirmiş olması olası mı? Çoktan biten vizyonunun küllerinden yeniden doğabileceğini mi sanıyor?

Doğamaz. AKP takımı uzun zamandır soluksuz ve vizyonsuzdur ama yeni Osmanlı’nın bittiğini kabul edemiyorlar, edemezler. Savaşacaklar, başka yolları yok.

Hazret tepeye çıkınca boşalan koltuk bir değil. Önemli bir tanesi de Davutoğlu’nun boşalttığı… Oraya da kimin oturacağı belli… Resmen veya zımnen.

O koltuk Hakan Fidan’ındır. Resmen oturursa üçüncü bir koltuk daha boş kalır ve AKP’nin artık üç kadrosu var mı orası belli değil. Resmen oturmazsa, Dışişleri Bakanlığı’nı MİT’e bağlamış olacaklar. Mevlüt Çavuşoğlu böyle bir role uygun olur örneğin, Dışişleri’ne bakıyormuş gibi yapar. Nasılsa epeydir AB diye bir şeye bakıyor gibi yapıyor.

Bu troyka, Erdoğan-Davutoğlu-Fidan, İkinci Cumhuriyet’in ve yeni Osmanlı’nın iflasına rağmen bu kadar ön plana çıkıyorsa bunun tek bir anlamı olabilir: Savaş!

Zira bunların kafalarının nasıl çalıştığını, “stratejik derinliklerini” gayet iyi biliyoruz. Şu meşhur Dışişleri Bakanlığı tapesini, “gönderirim üç adam” muhabbetini unutmadık. Şimdi “restorasyon” dediklerinin iflasına rağmen vites büyütüyorlarsa niyeti hepten bozmuş olmalılar.

Üstelik bu troykanın üç neferinin de başı dertte… Her üçü de “kullanışlı aptallar” olduklarını her gün ve yeniden kanıtlamadıkları takdirde kendilerini Lahey’de bulur. Paçayı kurtarmak zorundalar ve artık hiç değilse tutarlılık atfedilebilecek bir vizyona da sahip değiller. Yapabilecekleri tek bir şey var savaşı büyütmek.

Ne diyordu titrek sesiyle hazret? “Kıyamete kadar süreceğiz”… Doğrusu “göndereceğiz üç adam, kıyameti koparacağız” olmalı. Heyecandan dili sürçmüştür.