Plansız savaş

Obama 10 Eylül konuşmasını yapmadan evvel, Beyaz Saray kadrosunun üst düzey bürokratlarıyla Başkan’ın yapacağı konuşmanın arka planına dair bir telekonferans düzenlendi. ABD başkanlarının önemli konuşmaları öncesinde başvurulan bir uygulama bu… Ve 10 Eylül konuşması, Ortadoğu’da İslam Devleti’ne (İD, eski adıyla IŞİD) karşı başlatılacak seferin ilan edileceği konuşmaydı. Yani önemliydi.

Başkan’ın bu önemli konuşması öncesinde arka plan bilgisi veren üst düzey bürokrat (ismi verilmiyor) şunları söyledi: “Bölgedeki Sünni ortaklar, IŞİD’i kendilerine karşı yaşamsal bir tehdit olarak görüyor. Suudi Arabistan’ın Suriye’yle uzun bir sınırı var. Ürdünlüler, Suriye’deki çatışmalar nedeniyle gelen bir milyondan fazla mülteci nedeniyle istikrarsızlık yaşıyor ve amaçlarının Irak ve Suriye’yle sınırlı olmadığını, geniş anlamda bölgeye yayılmak niyetinde olduklarını söyleyen IŞİD’den ötürü derin bir kaygı içinde.”

Ortadoğu haritasını açıp bakın. Suudi Arabistan’la Suriye sınır komşusu değil. Arada Irak ve Beyaz Saray görevlisinin İD’den pek kaygılı olduğunu anlattığı Ürdün var. Bunun bir dil sürçmesi olması mümkün değil. Başkan’ın “tarihi” konuşması öncesinde arka plan bilgisi vermekle görevlendirilen kişi, belli ki Ortadoğu haritasına bakmak ihtiyacı dahi duymamış. Ürdün’ün başında 1921’den beri İngiltere ve ABD’den maaş alan krallar var onları arayıp “yahu sizin durum nedir” diye sorma ihtiyacı da duymamış. Çünkü Başkan’ın “IŞİD seferi” konuşmasının arka planı için gerekli “bilgiler” bunlar değil.

Gerekli olan “IŞİD herkes için çok büyük bir tehdit” mesajı verilmesi, “Suudiler korkuyor, Ürdün mahvoldu, Türkiye’yi sormayın bile…”
Bu rezaletin gösterdiği ABD’yi bir cahiller sürüsünün yönetmekte olması değil yalnızca. Onu zaten biliyoruz. Bu rezalet aynı zamanda plansız bir harekatın tasarlandığını da gösteriyor.

Obama 10 Eylül’de yaptığı konuşmada Amerikan planının üç “stratejik varlığı”ndan söz etti: Yeni bir Irak hükümetinin ortaya çıkması, etkin bir Irak ordusu ve Suriye’de ABD’nin desteğini alan “muhalifler”.

Patrick McDonnel Los Angeles Times’ta, bu üç “stratejik varlığın” da aslında varlık falan olmadığını yazdı ertesi gün. Birincisi, Irak’ta ülkeyi yönetebilir bir hükümet yok, mezhebi ve etnik çatışma doruk noktasına ulaştı, ülkenin bir arada tutulabilmesi için son şans da İD’nin Irak askerlerinin kafasını koparmaya ve ABD uçaklarının yeniden havalanmaya başlamasıyla bitti.

İkincisi, etkin bir Irak ordusu yok savaşabilecek durumda olan tek “resmi güç” Barzanistan peşmergesi. Peşmerge ABD’nin hava desteğiyle İD’yi Irak’tan sürebilir. Ancak McDonnel, önemli bir başka soruyu daha gündeme getiriyor. İD’nin Irak’ta elinde tuttuğu iki önemli kenti, Musul ve Tikrit’i kim alacak? Peşmergenin bunun altından kalkamaz, ABD’nin ise bununla ilgilendiği yok… Esas olarak Kerkük’le ilgileniyorlar. 2 milyon nüfuslu Musul’un cihatçılardan geri alınması ise Felluce’den daha büyük, muhtemelen aylar süren bir kent savaşı anlamına geliyor.

Ve üçüncü “stratejik varlık” Suriye’deki “muhalifler”. Irak ve Suriye’de büyükelçilik yapmış Ryan C: Crocker, New York Times’a verdiği demeçte bu konuda, “IŞİD dışı muhalefetin kim olduğunu belirlemek için elimizden geleni yapmalıyız. Açıkçası bu konuda hiçbir fikrimiz yok” diyor. Yıllardır Amerikan silahlarıyla oluk oluk kan döken katillerin kim olduğunu, nereye çalıştığını bilmiyoruz diyor. Bu “bilmiyoruz”u, kontrol edemiyoruz olarak anlamak gerek.
Buradan ne sonuç çıkarmalıyız?

En kolay çıkarılabilecek sonuç şu: ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik yeni huruç harekatı yapmak için yarattığı öcü İD’yi bitirmeye yönelik bir “savaş planı” yok. Savaşın nerede başlayacağı, nereye kadar uzanacağı, nasıl kazanılacağı, ne kadar süreceği vs. bunların hepsi müphem.
Peki, bu iyi bir şey mi?

Kesinlikle değil. Amerikan saldırıları arasında “tercih” yapacak halimiz yok. Ancak plansız, ucu açık, hedefleri müphem her harekatın daha yıkıcı, daha ölçüsüz ve daha provokatif olduğunu biliyoruz. Yaşadık ve öğrendik.
Bu sonuç bizi yakından ilgilendiriyor. ABD’nin harekat planı yok, ama saldıracak. ABD’nın harekat planı yok, ama bir politik stratejisi var. Vekiller ya da taşeronlar eliyle yürütülmeye çalışılan süreç sarpa sarınca doğrudan müdahale etmeye karar verdiler. “Küçük Kürdistan”ı, yani Barzanistan artı Rojava’yı enterne edecek, Kerkük’ü Lazkiye’ye bağlayacak, bekçi olarak Türkiye’yi bırakacak, Irak, Suriye, Ürdün, Türkiye dörtgenindeki askeri varlıklarını artıracaklar.

Güzel. Ancak bu politik strateji, İD’yi tasfiye etmeyeceği gibi yeni İD’ler de üretecek.

Dahası AKP’nin Küçük Kürdistan’a bekçilik etme ve topraklarını Kerkük petrolüyle sulamanın ötesinde bir pay ve de rol talebi olursa… Dahası Erdoğan ve çetesi, ABD’nin hala “tanımıyoruz” dediği muhaliflerin arasına kendi toramanlarını sokmaya ve işleri bir kez daha karman çorman hale getirmeye kalkışırsa… Dahası Davutoğlu, Müslüman Kardeşlerini yeniden devreye sokmaya soyunursa…
O zaman başımıza yeni Reyhanlılar gelir. Ve bu ABD’nin plansız savaşının Türkiye’ye maliyetlerinden yalnızca bir tanesi olur.