İpin ucu

Alper Birdal'ın "İpin ucu" başlıklı yazısı 31 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Fikret Bila dün Milliyet’te yayımlanan “Süreç ve adalet” başlıklı yazısında, PKK’lilerin çekilme süreciyle ilgili çelişkileri yazdı. Özetle, hükümetin çekilme sürecini bir yasaya bağlayarak meşrulaştırmak istemediğini ancak silahlı unsurlar için adı konulmamış bir af çıkardığını söylüyor, bu durumda eline silah almamış ama örgüt üyeliği ya da örgüte yardım etmek gibi gerekçelerle hapse atılmış olan onca KCK tutuklusu ne olacak diye soruyordu. Bir diğer sorusu da, silahlı unsurlara fiilen af uygulanırken Ergenekon’dan tutuklanan paşalara neden af çıkmıyor idi.

Bunlar elbette meşru ve haklı sorular.

Ancak içinden geçtiğimiz dönemde iyice göze çarpan, diğer yandan 10 küsur yıllık AKP pratiğinin bütününe sirayet eden bu tür tutarsızlık ve çelişkiler ya da daha genel anlamda adaletsizlik örnekleri yeni değil. Bila’nın sorduğu sorular başka bağlamlarda 10 yıldır soruluyor.

Yanıt... İşte o yok.

AKP bu sorulara yanıt vererek değil, yanıt vermeyerek siyaset yapıyor çünkü.

Başka bir ifadeyle AKP, çeşitli uğraklarda yarattığı adaletsizliklerin, haksızlıkların, çelişki ve tutarsızlıkların hesabını vermek gibi bir alışkanlığa sahip değil. İpleri işlerine geldiği gibi kesiyor, istedikleri gibi birbirine bağlıyor ya da bağlamıyor ve buradan bir inisiyatif türetiyorlar. Bu durum, yani bütün ipleri elinde tutan özne olma konumu, AKP’nin gücünü artırıyor.

KCK tutukluları mı? İstendiği zaman ve parça parça salıverilirler.

Örneğin Van Belediye Başkanı Bekir Kaya hakkında bir sürü maddi hata içerdiği kanıtlanmış bir iddianeme hazırladılar, aylarca içeride tuttular ve önceki gün bu iddianame hiç yazılmamış gibi salıverdiler. Doğru ve adil olanı salıverilmesi değil, hiç tutuklanmamasıydı. Ancak AKP’nin iktidar mantığına göre Kaya’nın salıverilmesi ve Kaya gibi daha binlerce tutuklunun salıverilebilme ihtimali üzerinden hareket edilmesi gerekiyor. Geçmişe dönük hesap sormak, “neden tutuklandılar” diye sormaksa gayrimeşru!

Ergenekon mu? İpi kesen de, bağlayan da AKP olduktan sonra başka bir uzlaşmanın konusu olmaması için hiçbir neden yok. Bir kez daha AKP’nin iktidar mantığı uzlaşma ihtimalinin veri alınmasını dayatıyor. Erdoğan’ın Paşa’yı hastanede ziyaret etmesi, başka paşaların, dahası gazetecilerin, akademisyenlerin vs. neden tutuklandıklarından, neden onca yıldır içeride yattıklarından daha öncelikli bir konu oluveriyor.

AKP rejimine bir bütün olarak, “bu ülke bu deli gömleğine sığmaz” diyerek karşı çıkmayı perspektif edinmeyen her siyasi aktör, bu nedenle önünde sonunda AKP’nin önünde diz çökmeye mahkum. Anayasa konusunun AKP’nin avcunun içindeki bütün ipleri istediği gibi bağlaması ya da istediği gibi açıkta bırakması anlamına geldiğini görmeyen her özne yenilgiyi şimdiden kabul etmiştir.

Zira anayasa konusu tam olarak buna çıkıyor. “Yeni anayasa yapacağız, her şeyin üzerine bir sünger çekeceğiz” diyor gerici iktidar. Bu zeminde kalmayı ve önündeki maçlara bakmayı benimseyen bütün özneler AKP’nin “üzerine sünger çekeceği” bütün çelişkilerin, haksızlıkların, adaletsizliklerin vebalini de Erdoğan’la paylaşacaktır.

Bunu, farklı ifadelerle geçtiğimiz günlerde Sorosçu TESEV’in raporuna “AK Parti anayasayı kiminle yapsın?” diye bir soran Etyen Mahçupyan da söylüyordu. Zaman yazarına göre geçmişte soru “neyiz” idi, şimdi ise “ne olacağız” diğer bir deyişle “ne olmak istiyoruz”... “Diğer bütün soru ve kaygılar bunun gölgesinde kalıyor” diyor.

Pek güzel. Türkçesi ise şu: Anayasa AKP’nin gelecek tahayyülünü, Erdoğan’ın ifadesiyle “büyük Türkiye vizyonunu” meşrulaştırma metni olacak. Anayasayla bu vizyona, yani “ne olmak istiyoruz” sorusuna “ortak” bir yanıt verildiği izlenimi yaratılacak. Toplumsal uzlaşma, çoğunluğun iradesi vs. denilerek.

Yani bu topa girenler, geleceğini AKP’nin eline teslim etmiş olacak, ipleri ona teslim edecek, geçmişe sünger çekecek.