Zehirlenmekten korktuğu için yemeklerini McDonalds’tan yiyor.
Evli ama eşinden ayrı, kapısına kilit vurulmasını istediği bir odada yatıyor.
Odada bir televizyon olmasına rağmen iki tane daha konulmasını istiyor.
Günde 5-6 saat televizyon izliyor, bir yandan da uzun uzun telefonla konuşuyor.
Çoğu zaman olmadık şeyler söylüyor, kendini anlatıyor.
Ardından bir takım bilgilerin sızmış olmasına kızıp, başkalarına bağırıp çağırıyor. Sızdırıldığını sandığı bilgilerin çoğunu kendisinin verdiğinin farkında olmuyor.
Diyalog kurma becerisi yok. Görüşmeleri her zaman monolog şeklinde gerçekleşiyor ve genellikle her monoloğunda aynı hikayeyi birkaç kez tekrarlıyor.
Kullandığı kelimeler çok sınırlı. Kurduğu cümlelerin çoğunu yarım bırakıyor. Diksiyonu bozuk, söyledikleri çoğu zaman anlaşılmıyor.
“En”leri çok seviyor. Olayları, kişileri, süreçleri vs. “en iyi”, “en kötü”, “en büyük”, “en küçük” gibi kategorilerle nitelemekten kendini alamıyor.
Çok konuşuyor. Özellikle stres altında olduğunda telefona sarılıp tweet atma alışkanlığı var.
Hiçbir şey okumuyor. Yarım sayfalık bilgi notlarını bile okumaktan imtina ediyor.
Kendisine anayasayı anlatmakla görevlendirilen kişi ancak dördüncü maddeye kadar gelebildiğini, sonrasını getiremediğini söylüyor. Okuma yazmasının ne düzeyde olduğuna ilişkin kuşkular var.
Eski arkadaşlarını gördüğünde tanımakta zorlanıyor.
Başarı olarak gördüğü her şeyi kendisine mal ediyor.
Bir gün göklere çıkardığı bir kişiyi ertesi gün “kafayı yemiş”, “lüzumsuz” gibi nitelemelerle yerin dibine sokabiliyor.
71 yaşında olmasına karşın bardağı iki eliyle tutup su içmek gibi çocuksu davranışlar sergiliyor.
Irkçı, kadın düşmanı, bağnaz ve de çok ama çok zengin…
Yukarıda aktarılan kişisel ayrıntılar, son satır haricinde (onlar herkesin malumu), Michael Wolff’un 9 Ocak’ta yayımlanacak “Ateş ve Öfke: Trump’ın Beyaz Sarayı’nın İçinde” başlıklı kitabından şu ana kadar basına yansıyanlarda ve yine Bay Başkan’ın görevini yerine getirmesi için gereken akli melekelere sahip olup olmadığını sorgulayan başka yazılarda yer alıyor.
Psikolojiden, psikiyatriden anlamam. Yukarıdaki özelliklere sahip bir kişiyi nasıl nitelersin diye sorsalar hiç düşünmeden “hödüğün biri” derim.
Tabii konunun uzmanları bu kadar rahat olamıyor. Elleri kolları bağlı.
ABD Anayasasının 25’inci maddesi, Başkan’ın sağlık nedenleriyle görevi sürdüremeyecek durumda olması halinde görevi Başkan Yardımcısı’nın devralmasını öngörüyor. Ancak 1964’te Başkan Adayı Barry Goldwater’ın bir grup psikiyatristin kendisi hakkındaki yorumlarına yer veren Fact dergisini onur kırıcı davranışta bulunma suçlamasıyla dava etmesi üzerine Amerikan Psikiyatri Derneği, hiç kimse hakkında yüz yüze muayeneye tabi tutulmaksızın tanı konulamayacağına ilişkin görüş bildirmiş. O zamandan beri “Goldwater Kuralı” diye anılan bu uygulama nedeniyle uzmanlar ABD başkanlarına uzaktan teşhis koymuyor.
Yine de geçtiğimiz Temmuz ayında Amerikan Psikanaliz Derneği’nin, üyelerinin bu kurala uyması şartını kaldırdığını belirtelim. Ayrıca geçen yıl psikolog John Gartner’ın imzaya açtığı bir metni bu alanda uzmanlaşmış 68 bin kişi imzalamış. Meslekte 35 yıllık tecrübesi olan Gartner, Trump’ın “gördüğü en feci malignant narsisizm vakası” olduğunu söylüyor ve göreve devam etmeye uygun olmadığını savunuyor.
The Atlantic’te konuyla ilgili ayrıntılı bir makale kaleme alan bir tıp doktoru, James Hamblin, görevi sığınaklarda oturup sinyal beklemek olan “roketçilerin” ayda üç kez protokolleri uygulama yeteneklerinin olup olmadığını anlamak için testten geçmesi, onlara emri verecek olan kişininse (Başkan) hiçbir psikiyatrik muayeneden geçmemesi arasındaki ironiye işaret ediyor ve Başkan’ın düzenli olarak psikiyatrik muayeneden geçirilmesi için bir heyet kurulmasını öneriyor.
Kısacası ABD basını şimdi bunu tartışıyor: Trump’ı hödüklükten görevden almak mümkün mü?
Bizse bu tartışmaları Türkiye’den edindiğimiz tecrübeyle izliyor ve Trump’ın “dik dur eğilme, özgür dünya seninle” sloganları eşliğinde sahne almasını bekliyoruz.