Halkın nabzı

Taksim Dayanışması’nın Gezi Parkı direnişinin süreceği yönünde dün sabah yaptığı açıklamanın ardından sosyal medyada direnişin ne biçimde süreceği ile ilgili bir tartışma başladı. Ana akım medyanın ve direnişle en ufak bir alakası olmayan bazı köşe sahiplerinin, tartışmayı hararetlendirmek konusunda özel bir çaba harcadıklarını da ekleyeyim.
Özetle, Gezi Parkı’ndaki nöbetin nasıl devam edeceğiyle ilgili somut bir karar alınması, nöbetin sembolik biçimde sürmesi gerektiği savunuluyor, Taksim Dayanışması’nın kararının da bu yönde olacağı belirtiliyordu “şakıma”larda.
Bu satırlar yazıldığı sırada henüz Taksim Dayanışması bu konuda bir açıklama yapmamıştı.
Gezi Parkı’ndaki nöbetin nasıl devam edeceği sorusunun, geldiğimiz aşamadaki en kritik soru olmadığı kanaatindeyim. Bana kalırsa, esas soru AKP’ye karşı son derece güçlü bir direnç sergileyen milyonların nabzının nasıl attığıdır. Gezi Parkı’nda da, ülkenin dört bir yanındaki sokaklarda ve meydanlarda da olabilecekleri bu nabız belirleyecek.
Bahsettiğim kalemşorların altını çizdikleri bir husus bununla ilgili: “Eğer Gezi’deki nöbet sembolik şekilde sürdürülmezse kamuoyu desteği azalır.”
Dediğim gibi, bu iddianın “Gezi’deki nöbet nasıl sürmeli” kısmıyla ilgili değilim. Bana kalırsa işin bu boyutu, önemsizdir demiyorum ama, ikinci plandadır.
Bu iddianın esas üzerinde durulması gereken boyutu, şu “kamuoyu desteği” kısmı.
Ne demek bu?
Çizilen resim aşağı yukarı şu: Birtakım özneler bir direniş sergiliyor ve bunu izleyen geniş kitleler bu öznelerin davranışlarına, kararlarına bakarak tavır alıyor, mesafe belirliyor.
Peki, içinde yaşadığımız gerçeklik böyle resmedilebilir mi?
Doğru, Taksim Dayanışması bu direnişin sözcülüğünü üstlenmiştir. Bu kadar kitlesel bir hareketin, hedeflerini somutlaştırması gerekir. Bunu yapmak için de bir sözcüye ihtiyacı vardır. Eylemlerin gelişimi, bu konuma yerleşebilecek tek bir meşru odak yarattı.
Ancak herhalde hiç kimse Taksim Dayanışması’nın yurt çapında süren eylemleri yöneten, onun adına kararlar alan bir merkez olduğunu iddia edemez. Zaten bu kurumun da böyle bir iddiası yoktur. Sadece eylemlerin seyri içerisinde kendisine açılan meşruiyet alanı içerisinde, üzerine düşen rolü oynamaktadır Dayanışma.
O halde bu eylemlerin, bir karar alıcı merkezi (öznesi) ve bu kararlara göre mesafe tayin eden bir izleyici kütlesi yoktur. Eylemlerin öznesi bizzat halktır. Nasıl hareket edileceğini halkın nabzı, direnişin tansiyonu, direnişe karşı iktidar kanadının tertiplediği türlü provokasyonları bertaraf etme becerisi gibi unsurlar belirlemektedir.
Ortada “eyleyen” ve “izleyen” diye bir ayrım yoktur.
Ve halkın nabzı hızlı atmaya devam ettiği sürece, Erdoğan’ın burnunun daha keskin, daha belirgin şekilde sürtülmesi mümkün olacaktır. Halkın tansiyonu düşmediği sürece, Gezi Parkı’ndaki nöbetin biçiminin ne olacağı tali bir konudur. Zira milyonların yürüyüşü devam ettiği sürece, dozerler Gezi Parkı’ndaki ağaçların değil, yine TOMA’ların üzerine doğru sürülecektir.