Halk düşmanı

Alper Birdal'ın “Halk düşmanı” başlıklı yazısı 26 Mayıs 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Ben sana demedim mi?” diyordu telefonda. Sesi heyecanlıydı. Daha “alo” dememe kalmadan soruyu yapıştırmıştı.

Aslında soru sormuyordu. Zaten sorusunun cevabını da yine kendisi vermişti. “Gördün mü Reyhanlı’daki kalabalığı. Erdoğan’a tezahürat yapıyorlar işte... Ben sana demedim mi?”

Demek heyecanı bundandı.

En son patlamadan birkaç gün sonra görüşmüştük. Gazetede yazdıklarımızı anlatmış, hükümetin konuyu “aceleden” Suriye yönetiminin üzerine yıkma çabasının inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

Boş gözlerle bakmıştı yüzüme. Zaten gazeteyi de okumuyor, arada bir aldığını söylüyordu.

Ve evet, o zaman da demişti: “AKP bu işten de sıyrılır. Sen hiç kafanı yorma...”

O zaman yılmamıştım. Suriye politikasının iktidarı içine sürüklediği açmazları anlatmaya çalışmıştım. “Reyhanlı’da bize gelen haberlere göre 100’ün üzerinde insan öldü. Ama Başbakan ABD gezisini iptal etmeyi aklından bile geçirmiyor. Bir koltuğunun altında kimyasal silah masalları, ötekinin altında ‘Reyhanlı’yı Esad yaptı’ balonuyla Obama’yı müdahale etmeye ikna etmeye çalışacak” diyordum. Hepsini yazmıştık. ABD taşeronları arasında devam eden kavgayı, emperyalizmin desteklediği çetelerin iç hesaplaşmalarının nerelere uzandığını...

Bunlarla ilgilenmiyordu. Onun meselesi “halk”laydı.

Fındık mitinglerini hatırlatıyordu bana. “Hatırladın mı, o kadar üretici ayaklandı. Sonra ne oldu? Hepsi gitti yine AKP’ye oy verdi...”

Sonunda susmuştum. O da bir süre sustu.

Rakı sofrasındaydık. Bir süre önündeki rakı kadehini avcunun içinde yuvarladı, bir yudum aldı ve yeniden konuşmaya başladı: “Ama bu içki yasağı meselesi, işte bu AKP’nin canını acıtabilir.”

“O neden?” diye sordum. Meraklanmıştım. Reyhanlı’da 100’ün üzerinde insanın katledilmesinin “hükümetin canını acıtmayacağını” düşünen birinin, içki yasağının neden bir toplumsal direnç yaratacağını düşündüğünü anlayamamıştım.

“Bu işin ucu orta sınıflara dokunuyor” diye yanıtladı.

Kızdığımı belli etmemeye çalışarak sordum: “Rakıyı bir tek orta sınıflar mı içiyor?”

“Hayır” dedi, “Ama bu alkol yasağı esas kentli orta sınıfların damarına basıyor. İşte buradan direnç çıkar. Çünkü onların kaybedecek bir şeyleri var. Öyle üç-beş paket makarnaya tav olmazlar.”

Sözleri kafamda yankılandı bir süre. Hayır, rakıdan değildi daha ilk kadehi bitirmemiştim bile. Kendimi topladım ve yine sordum: “Sen Marksizmi hepten bıraktın galiba. O cümlenin doğrusu ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok’ değil miydi?”

“Ben buna inanmıyorum. İşçi sınıfı muhafazakar. AKP, Reyhanlı gibi yerlerde esnafa biraz para dağıtır, şehit edebiyatı yapar ve yine yolunu bulur. Ama içki yasağı öyle değil. Orta sınıfların yaşam tarzına müdahale...”

Aşağı yukarı bunlardı söyledikleri. Sınıf analizinin böylesine ırzına geçildiğini sosyoloji kitaplarında bile görmemiştim. Reyhanlı’yla içki yasağının aynı madalyonun yüzleri olduğunu, “orta sınıf” diye adlandırdıklarının önemli bölümünün çoktan işçileşmiş olduğunu ya da “AKP’nin tavlayacağı esnafın” hangi sınıftan olduğunu anlatmaya çalışmadım. O ise “analizi”nden hoşnut görünüyordu.

Kısa bir süre havadan sudan konuştuk ve ayrıldık.

O akşamdan beri hiç konuşmamıştık. Ta ki dün telefonda heyecanlı heyecanlı “ben sana demedim mi?” diyen sesini duyana kadar.

Reyhanlı’daki kalabalığın büyük bir kısmının başka yerlerden getirildiğini anlatmaya çalışmadım bu kez. “Sen halk düşmanısın” dedim ve yüzüne kapattım.