Gazetecilik nasıl kurtulur?

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) dün “Günümüz Koşullarında Gazetecilik” başlığıyla bir toplantı düzenledi. Toplantıya bütün ulusal gazeteler ve haber ajanslarının genel yayın yönetmenleri davetliydi. Toplamda 36 gazete ve ajansa çağrı gönderilmişti.

Katılan yalnızca 9 gazete ve 3 ajansın temsilcileri oldu. Türkiye gazetesi ve İhlas Haber Ajansı dışında, iktidar paydaşı matbuattan katılım yok.

TGC’nin bu toplantıyı düzenlemekteki amacı, Başkan Turgay Olcayto’nun da toplantının açılışında söylediği gibi, hayli naif. “Basında muazzam bir kutuplaşma var. Manşetlerde bazen nefret söylemine varan bir üslup görüyoruz” diyordu Turgay Bey. Bir “uzlaşma” arayışıydı amaçlanan özetle.

Meslek ilkeleri, ahlak kuralları ve bana göre o pek sevimsiz ifadeyle “ortak akıl” temelinde bir uzlaşmadan söz ediyordu kuşkusuz. Söylediklerinin bugünün Türkiyesi’nde naif kaçabileceğini ekleyerek...

Toplantı salonuna dönüp şöyle bir baktığınızda görüyordunuz. Gerçekten de naifti. Katılan gazeteler soL, BirGün, Evrensel, Yurt, Cumhuriyet, Taraf, Posta, Dünya ve Türkiye ajanslar Bianet, Cihan ve İhlas...

Dedim ya, Türkiye ve İhlas hariç (Cihan ve Taraf’ı da “konjonktür gereği” ayrı tutuyorum) iktidar paydaşı basın yok, holding medyasının “ağır topları” da... Birkaç kişi mazeret bildirmiş yalnızca. Onlar da bahsettiğim kategoride değil.

“Basının içine düşürüldüğü durumun sorumluları burada yok. Neyi konuşacağız?” Türkiye gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak haricinde, toplantıya katılanların genelindeki ruh hali bu tepkiyle özetlenebilir.

Başka ve çok haklı bir eleştiriyi ise Yurt gazetesi Yayın Direktörü Kerem Çalışkan dile getirdi: “Gazetecilik de, TGC de çökmüş.”

Öyle ya, Türkiye’de gazetecilerin en önemli meslek örgütlerinden biri, üstelik gazeteciliğin tartışılacağı bir toplantı düzenleyecek ve çağrıya üç-beş muhalif gazete dışında kulak asan olmayacak. Bu aynı zamanda daveti yapan kurumun bir hükmünün kalmadığı anlamına gelir. Tersinden okursanız, iktidar bileşeni matbuatın “gazeteciliğin sorunları”yla falan bir ilgisi kalmadığını da söyleyebilirsiniz.

Buradan çıkış yok mu? Türkiye’de gazeteciliğin kurtuluş umudu kalmadı mı?

Kuşkusuz var. Bunun için en başta siyasi tavır almak, “Alo Fatih”i, “havuz” medyasını sıradan birer olgu olarak görmemek, bu rezilliğe karşı mümkün olan en güçlü tepkiyi vermekle işe başlamak gerek. Ve illa ki örgütlenmek...

Ama iş bunlarla da bitmiyor. Örgütlenmek, hele de gazetecilik gibi doğası gereği siyaset alanının parçası olan bir meslekte örgütlenmek, siyasal bir zemin olmadan başarılamaz çünkü. Bu siyasi zeminse, yalnızca “gazeteler bağımsız olmalı” gibi genellemelerden çıkmaz.

Daha açık söyleyeyim: Mesele sadece bazı gazete ve televizyon kanallarının başına hükümet komiserlerinin atanması değil. Daha önemlisi, bu siyasi komiserlerin yönettikleri yayınlara dayattıkları siyasetin kendisi. Sansür, baskı, çıkar ilişkilerinin ulaştığı boyut... Hepsi bu siyasetten, bu siyaset zemininde yaratılan rejimden türüyor.

Dün yapılan toplantıda dile getirilmeyen, belki de toplantının bileşimi nedeniyle dile getirmenin pek de anlamının kalmadığı husus buydu. Bu siyasetin bir meşruiyeti yok. AKP rejiminin meşruiyeti yok AKP basının da öyle....
Yani şu varsayımı terk etmek gerek: İktidarlar değişebilir ama (medya) kurumlar(ı) yine ayakta kalır.

“Gazetecilik nasıl kurtulur” diye mi tartışacağız?

O halde açıkça şunu ilan edelim: Bu kurumlar ayakta kalmaz, kalmamalı. Kader ortağı ve parçası oldukları AKP rejimiyle birlikte yok edilmeliler. Hepsi!