Erdoğan'ın son şansı

Erdoğan Cuma akşamı bir televizyon kanalında karşısına oturttuğu tuzlukların sorularını yanıtlarken, Obama’yla yaptığı telefon konuşmasını da anlattı. Gülen’in ABD’de olmasıyla ilgili rahatsızlığını belirttiğini ve Obama’nın da sözlerine olumlu baktığını söyledikten sonra ekledi: “Yani mesaj alınmıştır dedi.”

Beyaz Saray tarafından yalanlanması yalnızca üç-beş saat sürdü.

Bunca skandalı “yaptıysam yaptım, ne var bunda” pişkinliğiyle karşılayan bir adamın bu yalanlamadan da yüzünün kızarmayacağı söylenebilir. Öte yandan Washington’un da bu konularda sicilinin temiz olmadığı aşikar. Daha birkaç gün önce New York Times da dahil, ABD’nin en büyük gazetelerinin ilk sayfalarında Obama’yla Merkel arasındaki Ukrayna gerilimi hakkındaki telefon görüşmesi hakkında haberler vardı. Amerikan gazeteleri Beyaz Saray’a dayanarak, Merkel’in Putin için “o başka bir dünyada yaşıyor” dediğini yazdı. Oysa Merkel, Ukrayna konusunda Putin’in “başka bir fikirde olduğunu” söylemişti.

Yalan söylemekte ve yalanlanınca işi pişkinliğe vurmakta pek bir farkları yok anlayacağınız.

Ancak Obama’yla Erdoğan arasındaki benzerlik buraya kadar. Obama, Ukrayna bahsinde öyle ya da böyle bir çıkış bulabilir. Zira şimdi bunu zorluyor, Rusya’ya, Kiev’deki neonazi/Soros ittifakını tanımasını dayatmaya çalışıyorlar. Olur mu, zor... Ama ABD’nin Ukrayna’da düştüğü zor durumda hâlâ bir manevra kabiliyeti var. Manevra yapılır, o arada söylenen yalanlar da unutulur.

Erdoğan’ın ise manevra alanı kalmadı. Ukrayna’daki “yeni rejim inşası”nın yarattığı sarsıntıdan da yeni bir rol devşirme ihtimali yok. Davutoğlu’nun Kırım Tatarları’nı öne sürerek, yoklama çekmeye kalkışmasına olsa olsa gülünür. O halde Erdoğan’ın bu arada söylediği yalanlar unutulmayacak, suratına çarpılacak ve diktatör her defasında küçük düşürülecek.

Ukrayna’da rol düşmez, tamam, ama Ukrayna’daki gerilimin tırmanması Suriye’de kartların yeniden karılmasını beraberinde getirebilir mi? Buradan Erdoğan ve takımı için yeni bir umut ışığı doğabilir mi?

2008-2010 arasında ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği’ni yapan James Jeffrey geçenlerde Ukrayna krizinin Ortadoğu boyutunu yazdı. Eski Büyükelçi, Washington Institute için yazdığı “Ukrayna krizi ve Ortadoğu” başlıklı yazıda, krizin Ortadoğu’ya üç cephede yansıyacağını saptıyordu: Suriye, Afganistan ve İran.

İlginçtir, Jeffrey bu üç başlıktan en çok İran üzerinde duruyor ve şunları söylüyor: “Rusya (Washington’un baktığı yerden) Ukrayna’daki hatalarını, İran konusunda işbirliği yapmamak şeklinde sürdürürse [ABD] yönetimine, Tahran’la tek başına yüzleşmek dışında bir seçenek kalmayacak. Açık ki bu olası en iyi durum değil ama ABD’nin İran’a baskı uygulamak için, riskli bir askeri müdahaleden petrol satışına karşı yaptırımlara kadar uzanan güçlü tek taraflı kabiliyetleri var. Bu kabiliyetler uluslararası ortaklıktan güç alıyor ancak bu ortaklık tam olarak Rusya’ya ve BM’ye bağlı değil. Moskova kabadayılık taktiklerini sürdürecek olur ve uluslararası toplumun önemli bir kısmı Putin’le iş yapamayacağına karar verirse kapılar, 1999’da Kosova’da ve 2003’te Irak’ta olduğu gibi, yeni bir ‘gönüllüler koalisyonu’na açılır.”

Buradan iki sonuç çıkar: Bir, ABD Ukrayna krizinin tırmanması halinde bölgede çıkacak ek karşılaşmaların en büyüğünün İran’da olmasını bekliyor. İki, bu olası karşılaşmaya Suriye’de olduğu gibi İran’da da işleri fena halde karıştırmış Erdoğan’la girmek gibi bir taktik hataya düşmeye niyetli değiller.
Yani Erdoğan’a Ukrayna krizinden de ekmek yok.

Peki geriye hangi seçenek kaldı?

Önceki gün CHP’li Sezgin Tanrıkulu, Bülent Arınç’a şu soruyu sordu: “Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve ailesi için Malezya’dan sığınma hakkı istediği doğru mudur?”

Kalan budur: Lahey yerine Kuala Lumpur’a gitmek.