Bir devlet nasıl çökertilir?

Bazı gazetelerin hafta sonu manşetleri “bir devlet çöktü” şeklindeydi. Haber, önceki gün Rusya’nın Smolensk kentinde uçaklarının düşmesi sonucunda aralarında Polonya Devlet Başkanı Lech Kaczynski ve Genelkurmay Başkanı Franciszek Gagor’un da bulunduğu yolcuların, yani Polonya devlet erkanının ölümüydü. Kuşkusuz trajik bir olay...

Ama trajedi devlet erkanının ölümüyle sınırlı değil, dahası var.

Akla ilkin şu soru geliyor: Bu kadar çok devlet yetkilisinin aynı uçakta ne işi var? Sebebini biliyoruz: Heyet Rusya’ya “Katin Katliamı”nın 70. yıldönümü anmasına katılmak üzere gidiyordu. “Bir devlet çöktü” manşetli gazeteler bu ayrıntıyı da atlamadılar ve “Katin Katliamı”nın ne olduğunu okurlarına hap şeklinde açıklayıverdiler: “Stalin’in kafalarından vurdurttuğu 22 bin esiri anacaklardı”…

Utanmasalar Stalin’in bizzat vurduğu diyecekler.

Bunu geçelim meselenin kendisine, yani “Katin Katliamı” iddialarına gelelim. Bu konu önemli, çünkü arka planında Polonya devletinin öyle “kaza”yla değil, gerçekten “çöktüğü”, son derece tartışmalı ve karanlık bir hikaye yatıyor.

İddia şu: Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı öncesinde, Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Paktı ile Polonya’nın Nazi Almanya’sıyla paylaşılması konusunda anlaştı ve Almanlar batıdan, Sovyetler doğudan ülkeyi işgal ettiler. Bu süreçte Sovyetlerin esir aldığı 22 bin civarı kişi, 1940’ta, KGB’nin öncülü NKVD tarafından Katin Ormanı’nda ve Harkov ‘da ve Kalinin’deki hapishanelerde katledildi. Emri Beria verdi ve karar SBKP’nin bütün Siyasi Bürosu tarafından onaylandı.

İşte o ünlü “Katin Katliamı” iddiasının özeti bu… Gazetelerin bir köşesinde iki paragrafta anlatılan, “cani Stalin” başlıklarıyla neşredilen ve çoğunlukla Wikipedia’nın Sovyet düşmanı sayfalarından apartılmış üç kuruşluk “imalat” budur.

Konuyla ilgili bazı soruları sıralamadan evvel, bir noktanın altını çizmeliyim: Mevcut Polonya devlet erkanı, bundan 71 sene önce halkına ihanet ederek çöken öncülünün izinden giderken kazaya uğramıştır. Bu kuşkusuz çok büyük bir ironidir!

“Katin vakası” 71 yıl önceki bu öykü çerçevesinde anlaşılabilir. “Sovyet katliamı” masalının nasıl yazıldığını anlamak için ise hemen akla gelen bazı soruları sormak yeterlidir.

İlki şu: “Katin Katliamı” nasıl ortaya çıktı? Cevap: 1941’de bölge Nazi orduları tarafından işgal edildikten sonra, “katliam” bizzat Nazi propaganda bakanı Goebbels tarafından dünyaya duyuruldu. Goebbels, bölgede içlerinde Polonyalı subayların olduğu toplu mezarlar bulunduğunu ilan ediyordu. Ardından da yine Nazilerin çağrısıyla oluşturulan bir Kızıl Haç heyeti toplu mezarları inceleyerek “katliamı doğruluyordu”. Yani “Sovyet katliamının” tanığı, milyonlarca insanın katili olan ve Sovyet topraklarını işgale girişmiş bulunan Nazilerdi.

Peki, Sovyetler Birliği’nin böyle bir “katliam” gerçekleştirdiği varsayılsa bile, bu nasıl bir siyasi motivasyona dayandırılacak? Anti-komünist propagandanın bu soruya cevabı şu: Sovyetler Birliği, Molotov-Ribbentrop Paktı’yla Polonya’nın paylaşılmasına dair bir anlaşma yaptıktan sonra 17 Eylül 1939’da işgale girişti. Bu çerçevede Sovyetler, yeni bir Polonya kurulsa bile bunun kendisinin kuklası olan kadrolarca gerçekleştirilmesi için, ülkenin mevcut askeri ve siyasi elitleriyle entelektüellerini katletti.

Çalışmalarıyla anti-Sovyetik propagandayı yerle bir eden tarihçi Grover Furr’un yazdıklarından, bu iddianın hangi yalanlara dayandığını anlayabiliyoruz. Birinci yalan, “1939’da Sovyetler Birliği’nin Polonya’yı işgal ettiği”dir. Polonya, Sovyet işgaline uğramamıştır, çünkü Polonya’nın faşist eğilimli hükümeti Nazi işgali başladıktan sonra ülkeyi terk ederek “tarafsız” Romanya’ya ilhak etmiş, yani uluslararası hukuk diliyle “enterne edilmiştir”. Bu şu anlama geliyor: Polonya hükümeti ülkede kalmış veya Almanya’yla savaş halindeki Fransa veya İngiltere gibi bir ülkeye gitmiş olsaydı, Polonya uluslararası hukuka göre bir devlet olarak varlığını sürdürmüş olurdu. Ancak Polonya hükümeti kendisini “enterne ettirerek” diplomatik varlığına son vermiş oluyordu.

Bu noktanın önemi ve anti-komünist tahrifatın bir başka boyutu ise Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Paktı’nda saklı. Pakt’a göre, Polonya bir Alman saldırısına uğradığı takdirde, ordu ve hükümet Pakt’ta belirlenmiş sınırların gerisine çekilebilecek ve Nazi orduları bu sınırların ötesine müdahale edemeyecekti. Molotov anlaşmaya böyle bir hükmü koydurtmuştu, çünkü bağımsız bir Polonya’nın varlığını koruması Alman ordularının Sovyet sınırlarına ilerlemesini durduracaktı. Yani Polonya’nın varlığını sürdürmesi Sovyetlerin çıkarına uygundu. Ancak Polonya hükümeti kendisini ortadan kaldırarak, Alman ordularına işgalini Beyaz Rusya ve Ukrayna içlerine kadar ilerletme şansı vermiş oluyordu. Çünkü artık bir Polonya devleti olmadığından Sovyetlerin Paktın hükümlerini ileri sürerek Nazi işgalini durdurması olanaklı değildi. Polonya ortadan kalkınca, Paktın hükümleri de geçersiz olmuş oldu. Bu durumda Sovyetler ya artık meşru bir devlete sahip olmayan bu bölgeye askeri müdahalede bulunacak ya da Nazilerin sınırlarına dayanmasına ve Ukrayna’da faşist bir yönetimi iktidara getirmesine seyirci kalacaktı. İlki yapıldı ve o dönemde bu adım hiçbir uluslararası güç tarafından “işgal” olarak nitelenmedi.

Furr çalışmalarında bunun kanıtlarını sunuyor bazıları şöyle: Polonya'yla karşılıklı askeri anlaşması olan Romanya, askeri müdahale sonrasında Sovyetlere savaş ilan etmedi. Polonya'yla ikili savunma anlaşması olan Fransa da Sovyetlere savaş ilan etmedi. Milletler Cemiyeti Sovyetlerin Polonya'yı işgal ettiğini söylemedi. SSCB'ye karşı hiçbir ülke müdahale nedeniyle yaptırım uygulamadı, hiçbir ülke askeri müdahale sonrasında SSCB’yle diplomatik ilişkilerini kesmedi. Hatta enterne edilen Polonya hükümeti de Sovyetlerin işgalci olduğunu ileri sürmedi, ama hukuki varlığını sonlandırarak Nazi ordularının Belorusya ve Ukrayna’ya doğru ilerlemesinin önünü açtı.

Öyleyse ortada bir Sovyet işgali yok… Bu durumda Sovyetlerin Polonya ordusunun subaylarını vs. öldürüp, kendi kadrolarını iş başına getirmek gibi bir düşüncesi olduğu görüşünün, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmeler çerçevesinde, yani Soğuk Savaş döneminde üretilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Üçüncü soru: Katin’de mezarlar bulunduğu bir gerçek Sovyetlerin bu ölümlerde hiç payı yok mu? İnternet çöplüğünü eşeleyip gazetelerinde tarih parçalayanlar, zahmet edip “Katin’de ölen Polonyalı generaller” listesine bir baksalar, Sovyetlerin payının ne olabileceği üzerine bir şeyler söyleyebilirlerdi. Onların işini de biz yapalım ve bazılarını sıralayalım: General Leon Billewicz Katin’de öldürüldü. Billewicz, 1918’e kadar Rus İmparatorluk Ordusu’nda subaydı. 1919-1920’de Polonya ordusunun Sovyet Rusya’yı işgal girişiminde 13. Piyade Taburu’nu kumanda ediyordu. General Bronislaw Bohatyrewicz Katin’de öldürüldü. Bohatyrewicz, Rusya’daki İç Savaş sırasında Belorusya’nın Grodno kentindeki beyazların komutanıydı. Polonya’nın Sovyet Rusya’yı işgalinde 81. Piyade Alayı’nın komutanıydı. Amiral Stanisław Czernicki Kronstadt’taki Deniz Mühendis Okulu’ndan mezundu. Sovyet Rusya’ya karşı saldırıda Modlin Kalesi deniz üssünün komutanıydı.

Liste böyle uzayıp gidiyor ve evet, buradan hareketle, Sovyetlerin Katin’de kimseye dokunmadığı söylenemez. Dokunulanların siciline gelince… Rus tarihçiler, 1919-1921 arasında Polonya’daki esir kamplarında yaklaşık 60.000 Kızıl Ordu mensubunun öldürüldüğünü yazmaktadır.

Yeri gelmişken belirtelim İngiltere’nin Şubat 1945’te, yani Almanya’nın savaşı kaybetmesi kesinleşmişken, Dresden’i bombalaması sonucunda 25 bin sivil can vermiştir.

Ama borazanlar “Stalin’in Katin Katliamı” diye çalıyor. Anıt mezarlar, anmalar vesaire hep bunun için... Her şey bir imalatın etrafında dönüyor.

Bunun başka kanıtları da mevcut. Bir diğeri: 29 Haziran 1945 tarihli The New York Times gazetesi, “Katin Mezarları Hikayesi Çirkin Bir Aldatmaca” başlıklı bir haber yayınlıyordu. Haberin kaynağı SS istihbaratının başı Walter Schellenberg. Schellenberg sorgusunda verdiği ifadede “Katin Katliamı” hikayesinin Goebbels ve Ribbentrop tarafından imal edildiğini, bu amaçla Almanya’daki toplama kamplarından 12.000 cesedin Polonya ordusu üniformaları giydirilerek bölgeye gömüldüğünü söylüyor.

Bir başkası: 1944’te Sovyetlerin iddiaları araştırmak üzere görevlendirdiği Burdenko Komisyonu’na davet edilen ABD’li Kathleen Harriman cesetlerin ceplerinden 1941 tarihli mektuplar çıktığından söz ediyor. 1941’de bölge Nazi işgali altında…

Bir köşe yazısının sınırlarını hayli aştığımın farkına vararak, burada kesiyor ve başlıktaki soruya dönüyorum: Bir devlet nasıl çökertilir? Başbakan Erdoğan “imalı” taziyesinde “umarım kazadır” diyor. Herhalde işbirlikçiliğin sonunda bu tür “kaza”ların da olabildiğini iyi bildiğindendir… Bu nedenle çöküş gördüğümüz her yerde emperyalizmin parmağını arıyoruz. 71 yıl önce Polonya’nın çöküşünde bunu görmekteyiz. Bugün yine görürsek şaşırmayız.