8 kurşun

Mehmet Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir’in bedeninden 8 kurşun çıkarıldı. Özel harekat polisleri tarafından hedef gözetilerek, sokak ortasında infaz edildiler.

Aynı özel harekat polisleri, cenazelerin götürüldüğü Yüksekova Devlet Hastanesi’ni bastı, gaza boğdu, hastanedeki insanları dipçikledi cinayetlere tepki göstererek Diyarbakır’da sokağa çıkan halka saldırdı. Ve dün, cenazeleri Van’dan Yüksekova’ya getirenlere bir kez daha müdahale etti.

Hakkari Valiliği, önceki gün Yüksekova’da TOMA’lara uzun namlulu silahlarla ateş açıldığını iddia etti. Valiliğe göre Mehmet ve Veysel İşbilir bu “çatışma”da öldürülmüş.

Birinin bedeninden 6, diğerininkinden 2 kurşun çıkartıldı. Biraz mantığı olan herkes, Mehmet ve Veysel’in hedef alınarak katledildiklerini, sırf bu bilgiden hareketle bile çıkartabilir. Ağustos ayında Hakkari Valiliği’ne atanan Necmettin Kalkan, ilk ciddi sınavında “çatışmada öldürüldüler” dedi. Atamasını hükümet yaptı.

Polislere kontrgerilla eğitimi verip, ağır silahlarla donatarak yeniden bölgenin üzerine salan da hükümetti. Cemaatçisi, cemaatsizi hepsini hükümet atadı, donattı, sokağa saldı. Çiller döneminde olduğu gibi.

Aynı gün Erdoğan Kırklareli’nde “Şu anda bölücü terör örgütü tehdit ediyor, bu tehdide rağmen Hakkari Yüksekova’da havalimanını yapıyoruz, bütün tehdide, engellemelere rağmen yapıyoruz ve yapacağız. Oraya da uçağı indireceğiz” diyordu.

Şimdi Kürt siyasetçilerin açıklamalarına bakalım. BDP’li Hasip Kaplan, “Bu gençlerin ölümüne neden olan provokatörleri, biz aynı zamanda çözüm sürecini de arkadan hançerleyenler olarak görüyoruz. Hükümeti bu konuyu derhal açığa çıkarmaya davet ediyoruz. Kendi içlerindeki çatlaktan mı kaynaklanıyor” diyor. BDP Genel Merkezi’nden yapılan eylem çağrısında da paralel bir değerlendirme var: “Bu katliam Kürt sorununun çözümünü istemeyen odakların ortak kontra operasyonu ve tasfiye planıdır.” HDP’nin açıklaması da bu yönde: “Gever (Yüksekova) katliamının ‘çözüm ve barış süreci’ni baltalamasına izin vermeyeceğiz.” Bu başlığı taşıyan açıklamada AKP “cesaretsizlikle” suçlanıyor ve şöyle devam ediliyor: “AKP’nin cesaretsizliği, ‘çözüm ve barış’ı baltalamak için fırsat kollayan üniformalı ve sivil bürokrasi mensuplarıyla bazı siyasi parti temsilcilerinin oluşturduğu bozguncular ittifakına güç veriyor.”

KCK Yürütme Konseyi’nden yapılan açıklamada ise başka bir yöne işaret ediliyor. “AKP hükümeti döneminde sivil öldürme normalleşmiştir. AKP hükümeti döneminde yüzlerce sivili katledenler ellerini kollarını sallayarak dolaşmaktadır” deniyor karakolların tahkim edilmesini protesto ederken katledilen Medeni Yıldırım, devam eden siyasi tutuklama ve operasyonlar, bir buçuk aylık Mehmet Uytun’u katledenlerin yargılanmasının engellenmesi gibi somut olgular hatırlatılıyor ve son olarak şu söyleniyor: “Demokrasi ve özgürlük susmakla değil, sadece mücadeleyle sağlanır.”
Hakkını teslim etmek gerekir. Kürt siyasi hareketi susmuyor. Ama özgürlük için kiminle mücadele edileceği konusunda aynı şeyi de söylemiyor.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ağustos ayında hükümetle Cemaat arasındaki çekişme hakkında, “Biz bu gerilimin tarafı değiliz, hakim ya da savcı hangisine daha yakın bizi ilgilendirmez” diyor ve ekliyordu: “Bu durumların birinci dereceden sorumlusu hükümettir. Cemaat sorumlu dersek hesabı kimden soracaksınız? Cemaat parti değil, tüzel kişiliği yok. Pratikte Cemaat her yerde ama sorsanız hiçbir şeye karışmıyorlar. Cemaat’in ete kemiğe bürünmüş hali bizim açımızdan iktidardır.”

Mehmet Reşit ve Veysel İşbilir’i sokak ortasında infaz eden polis, “çatışmada öldürüldüler” diyen Vali, aynı gün “Yüksekova’ya havaalanı yapmamı engellemek istiyorlar” diyen Başbakan.

Kürt hareketinin bir bölmesiyse 8 kurşunun hesabını, “süreci baltalamak isteyen provokatörler”den sormaya çağırıyor.

O zaman sormak gerek: Dört ay önce parti olmayan Cemaat, şimdi mi parti oldu?