Özel okulda öğretmen olmak

Seksenli yıllar için eğitim sistemindeki piyasalaşmanın ilk dönemi diyebiliriz. Üniversite öncesi eğitimini o yıllarda tamamlayanlar her yerde açılmaya başlayan dershaneleri hatırlayacaktır. Aileler çocuklarını lise ya da üniversite sınavlarına hazırlanmaları için o yıllarda dershanelere yollamaya başladı. Halkı parayla eğitim satın almaya alıştırma dönemi de diyebiliriz. Doksanların ortasında ise dershaneler sadece sınav hazırlığı için değil, ikinci okul olarak orta öğretimin bir parçası haline gelmişti bile.

AKP’li yıllar ise tam bir felakettir. Neredeyse her sene yapılan değişiklikler sadece sistemi alt üst etmekle kalmadı, eğitimin içini de boşalttı. Girdiği sınavda tek bir soru bile yanıtlayamayan on binlerce gencin topyekûn zekâ özürlü olduğunu sanıyorum kimse düşünmüyordur. Öğrencinin okulda öğrenemediği bir sistem yarattılar.

Elbette bilinçli bir tercihti. Varılan nokta kamu okullarının İmam Hatiplere dönüştürülmesi, çocuklarını imam hatiplere yollamak istemeyen ailelerin ise bulup buluşturup özel okulların kapısını çalması oldu. Cemaatlerin elinde büyük bir gerici güce dönüşen dershaneler bu geçişte köprü vazifesi gördü. Şimdi kapanan dershanelerin de büyük bölümü irili ufaklı özel okul olarak faaliyet gösteriyor. 

Sonuç olarak bugün, devasa büyüklükte bir “özel eğitim sektörü” oluşmuş durumda. Aşağıdaki tablo bu dönüşümün son on yılını gösteriyor:

Tablodaki veriler okul öncesi, ilk ve ortaokul ile ortaöğretimdeki özel okulları kapsıyor. 2017-2018 eğitim öğretim yılında bu kapsamdaki özel okul sayısı 11 bini aştı. Tüm okullar içinde yüzde 17,5’lik bir pay demek bu. Bir başka değişle artık her beş okuldan biri özel okul. On yıl önce bu oran yüzde 7,5 idi. 

Özel okullarda eğitim gören öğrenci sayısı ise 1,3 milyonu aştı. On yıl önce öğrencilerin sadece yüzde 2,5’u özel okullarda okurken bugün bu oran 8,3’e yükselmiş durumda.

AKP her dönem eğitim için bütçeden ayrılan payın büyüklüğüyle övündü. Oysa eğitime ayrılan payın yüzde 80’i personel giderleri, SGK prim ödemeleri gibi zorunlu giderlerden oluşuyor. Kalan miktarın içinde eğitim yatırımları için ayrılan kısım ise her yıl azalıyor. AKP iktidarında bu pay yüzde 17’den yüzde 4,5’a geriledi. 

Kamusal eğitime kalıcı ve düzenli yatırım yapılmamasının basit bir nedeni var, o da AKP’nin bu alanda da önceliğinin patronlara kaynak aktarmak olması. Eğitim yatırımı için kullanılacak kaynakların önemli bir bölümü özel okullara yönlendirilmiş durumda. Sadece bu yıl MEB bütçesinden 75 bin öğrenci için özel okul patronlarının kasasına toplam 312 milyon lira koydular. Ayrıca çeşitli muafiyetler, indirimler, arsa tahsisleri gibi teşviklerle milyonlarca lira daha özel okullara akıyor.

Eğitim piyasalaşınca okul ticarethaneye, öğrenci ve ailesi müşteriye dönüşüyor. Her bütçeye uygun bir okul bulunuyor. Her bütçeye uygun okulda, her bütçeye uygun çalışan öğretmen de bulunuyor. Bugün sayısı 150 bine dayanan bir öğretmen ordusundan söz ediyoruz. Her yüz öğretmenin 15’i bu okullarda çalışıyor. Düşük ücretlerle ve çoğu zaman o ücretleri zamanında alamayarak, mobbinge maruz kalarak, angaryası eksik olmayarak, birer yıllık sözleşmelere mecbur bırakılarak çalıştırılıyorlar. Ne iş güvenceleri var, ne gelir garantileri.

Örgütsüzler. Şimdilik…

Bir sonraki yazıya onlarla ve son dönemdeki örgütlenme girişimleriyle devam edeceğiz.