Sosyalist doğulmaz, olunur

Söylemde mutlaka değişiklik gerekli. Artık herhalde herkes bıkmıştır sosyal demokrasi garabetinden ve kimsenin de aklına gelmiyor sulandırılmış kapitalizmin sosyal demokrasi olduğunu söylemek. Artık bağıra bağıra sosyalizm, hatta komünizm dememiz gerekiyor.

Kuzenim Kaan Kayahan anımsattı. Çoğumuzun sosyalizmden anladığı Robin Hood misali bir eşkiyalık. Zenginden alıp fakire vermek. Başta güzel gibi görünse de, işin aslı hiç de sistematik değil. Kim zenginden alacak da fakire dağıtacak, bunun yanıtı yok. Robin Hood gibi birilerini, tıpkı Beckett’in Godot’su gibi bekleyeceğiz. Dağıtacak ve biz de rahata ereceğiz. Böyle bir şey yok.

Robinson Crusoe’dan ve Don Kişot’tan söz ettiğim Odatv’de yayınlanan yazıma bir yorumcu, “bırak şu entel dantel işleri” demiş. Eğer Robinson ya da Don Kişot “entel ve dantel” ise, o zaman Kemal Kılıçdaroğlu veya Muharrem İnce ne? Tarih bugüne kadar her şeyi örnekleriyle getirip önümüze sermiş ama biz onlardan ders almak yerine yeni sulara yelken açmayı yeğlemiş, bunu da güncel politika olarak çevremize yedirmeye çalışmışız.

Bu yüzden de belki, sosyal demokrasi denilen ne idüğü belirsiz bir sisteme takılıp kalmışız. Hem sosyalist olacaksınız hem de serbest ekonomiye sırtınızı dayayacaksınız. Bu ancak milli geliri yüz bin doların üzerinde olan Kuzey Avrupa ülkelerinde geçerli olabilir. Bizim gibi Ortadoğu’nun en stratejik noktasında yaşayan ülkelerde sosyal demokrasiden söz dahi edilemez.

Nitekim olmuyor da. 64 yıllık siyasi geçmişimizde Marşal planıyla hayata geçirilen kapitalizm tüm vahşetiyle ortalığı kasıp kavururken, Robin Hood misali liderler çıkıp zenginden alıp fakire ulufe dağıtacağını söyleyerek bizi oyalamaya devam ediyor.

Jean Jack Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme” kitabında, bizim gibi geri kalmış ülkelerin başlangıç yıllarında diktatörlüğün geçerli olduğu yazar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Rousseau’yu okuduğu çok açık. O dönemde yapılan tüm devrimler, bu ülkeye zorla dikte edilmiş devrimlerdir ve Rousseau’nun öngördüğü diktatörlüğün sonuçlarıdır. Bunu değiştirmek ve Batı çağdaşlığına yönlendirmek ise bizim elimizdeydi, ama beceremedik. Tüm cumhuriyet dönemi kazanımları tek tek yitirirken, Robin Hood misali bir paylaşımı da bekler olduk.

Robinson Crusoe nasıl ilk anarşistse, Don Kişot nasıl ilk hayalperest başkaldıransa, Robin Hood da ilk ütopik sosyalistti. Üçünün de kuramsal tabanı yoktu ve üçü de sadece yaşamın kendilerine verdiği olanaklarla idame etmeyi ilke edinmişlerdi. Robinson, Cuma ile karşılaşıncaya kadar kendisinin efendisi ve kendisinin kölesiydi. Don Kişot hayallerinin esiriydi. Robin Hood ise Darkwood ormanlarında yol kesen bir eşkiyaydı ve bunu da yüce idealler adına değil, haksızlıklar adına yapıyordu. Ne Robinson anarşistti, ne Don Kişot Thomas Moore, ne de Robin Hood sosyalist.

Spartacus bile “Güneş Ülkesi” kurmaya ve Roma İmparatorluğu ile bir daha karşılaşmamaya karar verdiğinde, Vezüv eteklerinde topladığı köle ve köylülere bunu anlatmakta zorluk çekiyordu. Çünkü elinde yazılı bir metin, bir kuram, bir ideoloji yoktu. Her şey haksızlıklar ve adil paylaşım üzerine kuruluydu ama bu yetmiyordu. Sonunda Roma İmparatorluğu’nun acımasız ordusu, üç kez yenilmesine rağmen dördüncü kez karşılaştığı Spartacus’ün kölelerini Vezüv’den Roma’ya giden yol boyu salkım gibi çarmıha gererek dize getirdi.

Spartacus bir hayal değildi. Savaştı ve yenildi. Robin Hood, Robinson Crusoe ve Don Kişot ise birer hayal kahramanlardı ve romancının hayali ölçüsünde var oldular ve mutlu sona ulaştılar. Stenka Razin, Pugaçev, Zapata, Panço Villa ise gerçekti ve sonları tam bir hüsranla bitti.

Demem o ki, kuramsal tabanı olmayan her halk hareketi aynı hüsranla karşılaşmak zorunda. Entel dantel söylemler insanlara bir şeyler anımsatıyorsa eğer ve eğer hala Jean Valjean idealizmini bir tabana oturtamadan iyi insan olmaya çalışıyorsa insanlık, bunun sonunda karşılaşacağı şey en azından toplumsal bir bozgundur.

Sosyalizm sözcüğünü artık bu ülkede bağıra bağıra söylemek ve ne olduğunu da anlatmak gerekiyor. Neo liberalizmin tüm az gelişmiş ülkeleri kırıp geçirdiği bu günlerde, kurtuluşun tek adresi sosyalizm olarak görünüyor, ama asla sosyal demokrasi denilen uyduruk sistem değil. Kimse sosyalist olduğunu söylemekten kaçınmadan, sosyal demokrasi denilen garabetle savaşmak zorunda. Yeteri kadar uyutulduk ve uyutulmaya da devam ediyoruz. Geçtim komünizmi, sosyalizmi bile tartışamayacak kadar gerilere düşmüş durumdayız. Haksızlıklara karşı gelmekle, dilenciye para vermekle, şehitler ölmez vatan bölünmez gibi kuru sloganlarla, vatanı böldürmeyiz gibi abuk çırpınışlarla sosyalizm olmuyor.

Sosyalizm bir bilinç işidir ve öğrenilmesi gerek. Sosyalist doğulmaz, olunur.