Eskişehir saldırısını Nazilerin ilk saldırısı olarak değerlendirenler bu yüzden çok yanılıyor. Mustafa Hoş'un kitabı bunun ilk olmadığını kavrayabilmek için önemli bir dayanak olabilir.
"Tarih: 30 Eylül 1941 Yer: Ukrayna, Kadın dehşet içinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çocukları vurulan annelerin feryatlarını gördükçe kucağındaki bebeğine daha sıkı sarıldı. Sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Yalvardı. “Önce beni vur, yalvarıyorum! Önce beni vur!” Nazi askeri kadına baktı. Sonra kucağındaki bebeğe baktı. Hızlı bir hareketle yeni doğmuş bebeği kadının kucağından aldı. Kadın sanki donup kalmıştı. Sadece ağzından “Önce beni vur!” çıkabildi. Nazi askeri bebeğin kafasını kopardı. Çığlık kampın içinden gökyüzüne doğru yükseldi. Kadın diz çöküp kaldı. Sonra bebeğin kanlar içindeki kafasını anneye yaklaştırıp ateş etti. “Tek kurşun.”"(Hoş, 2024:13)1
Nazilerin inanılmaz bir hızla meşrulaştırıldığı, sınıfsal sömürünün, canavarca bir barbarlığa doğru sürüklendiği karanlık bir çağın içindeyiz. Belgeseller, artık Hitler'i iflah olmaz bir deli ve faşist örgüt üyelerini yoldan çıkmış öfkeli gençler olarak nitelendiriyor. Sadece bilgi yeniden inşa edilmiyor, tehlikeli bir biçimde sınıf savaşının ortasında 'bilim' denen koruma kalkanının ardına saklanarak, yeni faşizmin ideolojisi inşa ediliyor. Açıkçası yazı için yeni bir başlık düşünmek istemedim. Mustafa Hoş'un kitabına atmış oldu başlığın her şeyi net bir biçimde özetlediğini düşünüyorum. Kitabın hemen girişinde çok önemli bir anekdotla başlıyor Hoş. Faşistlerin günümüzde adım adım sevimli ve öfkeli çocuklar olarak görüldüğü bir evrede, onların gerçek kimliğine sarsıcı bir biçimde işaret ediyor. İhtiyacımız olan şey bu! Nazizm denen ölüm makinesini perdelemeden olguğu gibi vermek. Naziler, zorbaların kasabıdır. Yoksullardan, engellilerden, çingenelerden, Araplardan, Yahudilerden, eşcinsellerden ama en başta Komünistlerden nefret ederler.
Naziler çetin bir sınıf savaşının ürünüydü. I. paylaşım savaşının kaybedeni kapitalistlerdi ve Avrupa adeta ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Komünist Enternasyonel Berlin kapılarına dayanmış, 'James Connolly' gibi bir devin gölgesinde büyüyen İrlanda'nın sosyalist-cumhuriyetçileri, krallık güçlerine karşı İrlanda kırsalını silahlı denetim altına almıştı. Gerilla güçleri pusuya yatmış, Berlin'den gelecek iyi haberleri bekliyordu. Lenin ve yoldaşlarının küresel bir devrim hayaliyle attığı adımları hatalı bulanlar tarihi çarpık okuyor ve bu konuda Avrupa proleter hareketinin geleceğe bıraktığı tarihsel dökümanları yeterince bilmiyor ya da ideolojik gözlüklerle tarihsel gerçeklere bakıyor ve küresel bir komünist devrime doğrudan karşı olduğunu itiraf edemediği için karşısındakine cüretli bir biçimde 'uzman bir taktisyen' pozu kesiyor. Lenin ve arkadaşlarının çabaları ham bir hayal değildi. Binlerce kilometre uzaktan Lenin'in 'Paskalya Ayaklanması' liderlerine hayranlık beslemesinin temelinde dünya devrimi gerçekliği yatıyordu. Tarihteki hiçbir devrim, İrlandalı mazlumlara elini uzatmayı bu kadar istememiştir. İngiliz sömürgeciliğinin, soykırımlarına atılacak en büyük tokat İrlanda'da 'Sosyalist Cumhuriyet'in ilanıydı.
Devrimcilerin Berlin kapılarına dayanması, Alman sanayicilerini uykusuz bıraktı. Bugün, bu satırları okuyan birinin bunu hayal etmesi zor olabilir; dev Alman demir-çelik şirketlerinin patronları, Bolşevik hayaletinden tir tir titriyordu. Benzer bir korku Türkiye burjuvazisinin ABD'ye sıkı sıkıya sarılmasına ve 'nihai çözüm' denen vahşi barbarlık düzenine eklemlenmesine neden olacaktı. Bu düzenin adı: 'NATO, askeri terör rejimiydi'.
NATO'dan önce komünizmin Avrupa'dan atılması görevini Naziler üstlenecekti ve SSCB'nin kahramanca direnişiyle durdurulan faşizm asla tamamıyla yok olmayacak, biçim ve kılık değiştirecekti. İşte Mustafa Hoş, kaleme aldığı son kitabında tüm bu tarihsel sürecin Türkiye bölümüne ışık tutmaya çalışıyor. Tanıdığım bir insanın kaleme aldığı bir eseri incelemek ve bunun üzerine yazı yazmak zor. Kitap, özellikle bugün geçtiğimiz süreci anlayabilmek için önemli hatırlatmalar içeriyor. Girişte yaptığım alıntının hemen altında Kahramanmaraş katliamının nasıl bir canavarlıkla yürütüldüğünü gösteren önemli bir başka anekdot daha var. Evet, Maraş ve Ukrayna arasında güçlü bir bağ var. NATO, Nazileri kılık değişimine zorlayarak başka ülkelere ihraç etti. Naziler, muzaffer ordularıyla SSCB'nin üzerine yürürken kendilerini Nazi ilan edenler, müttefiklerin zaferi sonrası bir anda başka bir gömleğe sarılmak zorunda kaldılar. Maske değiştiren Naziler, Türkiye'ye büyük zararlar verecekti.
Tipik bir faşist terör hareketi olarak serpilen MHP ve türevlerinin toplumsal meşruyetini kaybetmeden siyasette etkin olması bir devrimci için kabul edilemez bir gerçeklik. Bu hareketin şu an iktidar ortağı olması ise bazı şeyleri kavrayabilmek için önemli bir işaret. Devrimci mücadelenin, bu siyasi yapıları doğrudan 'Nazi' olarak topluma anlatamamış ve bu hareketleri yasal siyasal zeminin dışına itemememiş olması önemli bir tartışma konusu. Burada ilginç bir biçimde temel sorunlardan sadece birisinin (şekilcilik) hilal ve gamalı haç ayrımında yatıyor olması gibi duruyor. Eskişehir saldırısını Nazilerin ilk saldırısı olarak değerlendirenler bu yüzden çok yanılıyor. Mustafa Hoş'un kitabı bunun ilk olmadığını kavrayabilmek için önemli bir dayanak olabilir. Maraş ve Çorum'un devamında yaşanan pek çok etnik ve ideolojik kıyım, Türkiye'nin Nazilerine dair hepimize önemli ve acı veriler sunuyor. Komünizmin ezilmesi için, anne karnında yeni bir yaşamı bekleyen bebeklerin öldürülmesi gerekiyorsa faşistler bunu da yapar ve yaptılar. Demek ki 'bebek katilleri' ifadesi aslında Türkiye faşizminin kendisine bakarak, karşı cepheye yaptığı ideolojik bir yansıtma (saldırı) biçimi. Neticede devlet desteğiyle bu ideolojinin oturması ve faşizmin iktidar ortağı olması sağlandı. Sermayenin kontrolündeki devletlerin faşist yedek kuvvetlere ihtiyaç duymadan ayakta kalması zor. Devrimcilerin faşistleri bıkmadan usanmadan ifşa etmesi ve hukuk denen zorbalık silahını ellerinden alabilmesi için ölümüne mücadele etmesi gerekiyor. İnsanlığın geleceği ve erdemli yürüyüşü için ölümü göze almak gerekiyorsa devrimcilerin sicili bu konuda çok iyi. Berlin'e kızıl bayrak dikilecek, Fransa'da kralın kellesi düşecekse eğer, devrimciler başı dik yürürler ölüme.
Geçmişin puslu havasından edindiğimiz derslerle geleceğe bakmalıyız. BSM'nin bu alanda önemli bir mücadele verdiğini söylemeliyim. ABD merkezli, Nazi belgesellerinin karşısında düzgün bir anlatıya (gerçeğe) ihtiyacımız var2. Şimdi, bu yazıya önemli bir not daha eklemem gerekiyor. Türkiye'de basılmış herhangi bir kitap üzerine uzun süredir eleştiri yazısı yazılmıyor. Gazetelerde yerleşik hale gelen 'halkla ilişkiler ve reklamcılık' ruhu geriye kalan tüm erdemli ve asil ruhları (tıpkı bir kara delik gibi) aramızdan çekip aldı. Mustafa Hoş'un kitabını elbette aptal bir halkla ilişkiler uzmanının abartılı övgüleriyle ele alacak değilim. Kitabın okuyucu için önerdiği en anlamlı ayrım çizgisi Mustafa Kemal döneminin kendisinden sonra gelen ve Nazilerle ticari işbirliğine giden hükümetler döneminden ayrıştırılması gerektiğine yaptığı vurgu. Liberallerin yıllardır 'Cumhuriyet' dönemini hastalıklı, hatta iltihaplı bir gelişme olarak göstermeye çalıştığı ve batı hayranı, 'sömürgeci okumuş' ahalimizde yaygın olarak yerleşen bu teze 'Türkiye'nin Nazileri' gibi çetrefilli bir konu fazlasıyla güç verebilirdi. Hoş, kitapta defalarca yinelediği vurgularla M. Kemal'in faşist rejimlere karşı nasıl bir düşünceye sahip olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Tam bu noktada, kitabı okurken hissettiğim en önemli eksiklik 'Türkiye sermaye sınıfının' Naziler karşısındaki pozisyonu. Mustafa Hoş, bu kitabın devamı niteliğinde, ikinci bir cilt için çalıştığını aynı eserde duyurmamış olsaydı muhtemelen en sert eleştirilerimi bu noktaya yöneltirdim. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, 'taraflı-tarafsızlık' politikasını bir kişinin şahsi eğilimleri nedeniyle inşa etmedi. Vehbi Koç'un garip bir biçimde o döneme dair gazeteci Mehmet Ali Birand'a çeşitli itiraflarda bulunması en bilindik ve bariz örneklerden biridir. Koç, ABD'nin kara listesindedir çünkü Nazilerle iş tutmuştur. Kara listeden nasıl çıktığını Birand röportajını izleyenler çok iyi biliyor. Normal şart ve koşullarda yargılanması gereken bir patronun, bir imparatorluğa dönüşmüş olması bugün yaşadığımız kesif karanlığın önemli nedenlerinden biri. Umarım Mustafa Hoş, ikinci kitapta Türkiye sermayesinin Nazilerle olan ilişkisini tüm detaylarıyla okuyucunun takdirine sunar. Evet, yaşadığımız çağın en önemli panzehiri 'hafıza'. Hafıza noksanlığına tutulup, gündelik hayatın girdabına kapılanlar Eskişehir'de yaşananları, aniden fezadan peyda olan bir uzaylı tarafından gerçekleştiğine dahi inanabilir.
Avrupa'da Naziler, çok kutsal bir amaç için önce çekine çekine kamuoyu sahnesine yöneldiler. 'Göçmen karşıtı' denen ve Orta Çağ zırhlarıyla donanan muzaffer şövalyeler, şımarık bir milyarderin satın aldığı propaganda aracı üzerinden kitlelerin zihinlerine karşı 24 saat terör estirdiler. Bu propaganda teröründen etkilenenler, Türkiye sosyalist hareketine Zafer Partisi'nin söylemlerini örnekolarak gösterdiler. Örgütsüzlüğün insanı savurabileceği yer gerçekten ürkütücü. Neticede Türkiye dahil olmak üzere pek çok yerde 'işgalci' imgesi hızla yerleşti. Ayrıca garip bir biçimde Avrupa'da esamesi dahi okunmayan bir komünizm efsenesi faşistler tarafından yayılıyor. Bu bilginin kaynağı elbette ABD'li zenginler. Ne yana baksalar komünizm hayaleti görüyorlar. İrlandalı faşistler Sinn Fein lideri Mary Lou McDonald'ı komünist komplonun bir parçası olmakla suçluyor. Yine 'sömürgeci okumuş ve pamuklara sarmamız gereken' kesimimizin güzel insanlarının mucize çocuğu milyarder Elon Musk, Kamala Harris'i komünist olmakla suçluyor. Müthiş bir zeka ve politik düşünce örnekleri bunların hepsi. Şimdi, tek tek bu argümanları sıralayalım:
- Afrikalıları ülkelerinden komünistler sürüyor (Lityum pilleri çıkarmak için Afrikalı çocukları köle olarak sanırım komünistler çalıştırıyor ve elbette Afrika'yı tüm kaynaklarıyla sömürebilmek için sanırım yine komünistler işgal ediyor. Faşistlerin keşke karşımızda SSCB olsaydı dediğini duyar gibiyim).
- Liberal demokrasiye iman eden hükümetlerin tamamı Yahudi-komünist komplosu tarafından yönlendiriliyor (öfkeli çocukların içinden bir anda anti-semitizm fışkırıveriyor).
- Komünistler küresel bir düzen kurmak ve tüm ulus devletleri ortadan kaldırabilmek için küresel demografik operasyon yapıyor.
Faşistlerin fantezileri yazmakla bitmez. 'Kişi, kendinden bilir işi' demişler. Emperyalizmin işlediği tüm suçlar tersine çevrilerek, sürekli korkulan o sınıf düşmanına 'Komünistlere' ihraç ediliyor. Hitler, 'Kavgam' kitabında nasıl bir teorik çerçeveyle komünistlere saldırıyorsa, benzer bir biçimde saldırılıyor. Yeni olan tek şey, bu teorinin kitlelere duyurulmasında daha etkin işitsel ve görsel cihazlar kullanılıyor olması. Küresel sermayenin, komünist komplosunu engelleyeceğini söylüyor NATO'nun serdengeçtileri. Evet, insanlığa karşı büyük ve karanlık bir komplonun tam ortasındayız. Bunun kökleri Roma'ya dayanıyor. Yani bugünün Roma'sı, Amerika Birleşik Devletleri'ne. Öyleyse her yol ABD'ye çıkıyor. Gelecek hafta ABD'nin, Hitler faşizmine katkılarını polis teşkilatının kuruluşu üzerinden anlatmaya çalışacağım. Almanya'daki faşizmin kökleri hiç de garip olmayan bir biçimde ABD'ye uzanıyor. O zamana kadar BSM'nin belgeselini ve Mustafa Hoş'un kitabını incelenecekler listesine alabilirsiniz. Hepimizin Netflix de dahil olmak üzere tüm zihin iğfal şebekelerinden kurtulmaya ve kurtarılmaya ihtiyacı var.
- 1. Hoş, Mustafa (2024) 'Tarihle Hesaplaşma/Türk Naziler'. İstanbul: Destek Yayınları
- 2. BKNZ: Hitler'i Kimler Yarattı? - Nazi Almanya'sının Ekonomisi (Krupp) https://www.youtube.com/watch?v=LiE9A-Q-rWw Erişim Tarihi: 15/08/2024