Siyasal alanda “inanç yarıştırılması” -ki bugün çok daha vahim hale gelmiştir, türbandan çok daha önemli, yakıcı bir başlıktır.

“Sus Fikri, zamanı mı şimdi…”

Fikri Sağlar bir televizyon programında Türkiye’de siyasal ve kamusal alanın dinselleştirilmesinin vahim bir noktaya geldiğini söyledi ve bundan birkaç yıl öncesine kadar pek çok kişinin dile getirdiği bir kaygıyı paylaştı: Kamu görevlilerinin türban takması, özellikle yargı söz konusu olduğunda ciddi sorunlar taşıyabilirdi.

Biliyoruz ki, türbanlı bir hakimin sakıncalarına işaret eden ilk kişi değildi Fikri Sağlar.

Ancak Türkiye değişmişti, daha doğrusu Türkiye’de siyasi dengeler ve siyasi partilerin laiklikle ilgili hassasiyetleri epey bir değişmişti. En güzelini AKP medyasından bir “kalem” söylüyordu: “Muhalefet edelim derken Türk toplumunun AK Parti döneminde yaşadığı dönüşümü gözden kaçırmayın.” Aslında dönüşüme işaret ederken “sizin partinize de havlu attırdık” imasında bulunuyordu. Ve diyordu ki, “CHP, laikçi kesimdeki İslam karşıtlığı ile daha köklü bir hesaplaşma yapmalı.”

CHP’ye “Yetmez ama evet” ayarıydı bu.

Erdoğan’dan başlayarak AKP’nin bütün ağır topları Sağlar’ın açıklamaları üzerinden CHP’nin “gerçek yüzü”nü ifşa etmeye çalışırken beri tarafta yıllardır AKP’ye üstünlük sağlamanın laikliği gözden çıkararak dincileşmekten geçtiğine ikna olanlar da “sırası mıydı Erdoğan’a bu kozu vermenin” diye Fikri Sağlar’a çıkışıyordu.

Üstüne Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başörtülüleri ile birlikte verdiği görüntü geldi ve tartışma iyice alevlendi. En ilginci, Erdoğan’ın CHP’yi takiyye yapmakla suçlamasıydı. Yıllarca İslamcı bir düzen kurma hedefini gizledikleri için takiyyecilikle itham edilen Milli Görüş kökenliler şimdi CHP’yi muhafazakar toplumsal kesimlere şirin gözükmek için laik özlerini perdelemek, yani takkiye yapmakla eleştiriyordu!

Oysa laikliğin inanç düzeyiyle ya da inanıp inanmamakla bir alakası yoktu. Kimsenin inancını ölçmek işim değil ama Türkiye’de laikliğin temellerini dinamitlemede çok büyük işler başaran 12 Eylül faşist cuntasının bunu İslami saiklerle yapmadığını hatırlatmama lütfen izin verin.

Bu anlamda CHP liderliğinin laik bir konumlanıştan uzaklaşması takiyye filan değildir. Türkiye’de siyasal sistemin laik olabileceğine de, olması gerektiğine de inanmıyorlar. Bu bir siyasal tercih. CHP’nin tabanını da bu fikre alıştırmaya çalışıyorlar ve bir ölçüde başarılı oldular. Kuşkusuz CHP’yi bu yolculukta şu sıralar “Saray rejimi” ile hesaplaşma zamanı olduğu için “laiklik önemlidir” demekte olan liberal ve “Marksist” aydınların yıllarca cesaretlendirdiğini unutmayalım.

Dolayısıyla bir bütün olarak muhalefet Türkiye toplumunu AKP’nin ancak ve ancak onun üç temel silahını elinden alarak yenilebileceğine ikna etmeye çalışıyor: Sermaye sınıfına güven ver, emperyalist merkezlerle yakın işbirliği yap, dinselleşmeyi kabullen. Ali Babacan’ın parlatılmasının sırrı buradadır.

Dönelim Sağlar’a sitem edilip “AKP’lilere büyük koz verdin” denmesine… Aşağı yukarı aynı sıralarda Sözcü’nün bir manşetini de diline doladı iktidar ve gazetenin “Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını bir felaket olarak gördüğü”nü iddia etti. Hiç kuşkusuz muhalefet cephesinde yine “sırası mıydı bunun” diyenler olmuştur.

Siz hiç İslamcıların her gün ama istisnasız her gün bilime, kadına, insana, akla, mantığa açıkça saldıran, olmadık açıklamalar yapan “mahalleli” unsurlara “sırası mıydı” dediğini duydunuz mu? Kimi örneklerde “din düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyorsunuz” dedikleri olur ama bunu tadında bırakırlar. Çünkü bu tarz çıkışları bir deneme olarak görür ve uçları öne çıkararak kendilerinin makul olduğu kanaatini yayarlar. En meczup gözüken örneklere bile kol kanat gerip sahip çıkarlar; deyim yerindeyse kimseyi yedirtmezler.

CHP ise “ne güzel gidiyorduk, yapmayın böyle şeyler” noktasında.

Yani iktidarıyla muhalefetiyle laikliği unutturma yarışı sürüyor.

Peki türban konusu bugün Türkiye’de ne kadar önemli?

1990’ların ikinci yarısında tartışma bir anda gündemin merkezine oturduğunda, türbanın bir kaldıraç olarak kullanılacağını, özgürlüklerle, hele hele kadın özgürlüğüyle hiçbir alakasının olamayacağını söylüyorduk. Türban bu anlamda İslamcılar açısından akıllıca bir seçimdi, kafa karıştırıyordu. O zamanlar da insanların kılık kıyafetine karışmanın son derece saçma olduğunu söylüyor ama ekliyorduk: Türban kılık kıyafet konusu değildir.

Aradan yıllar geçti, türbanın bir özgürlük sorunu olduğunu sanan “demokrasi savaşçı”larının yardımıyla kamusal ve siyasal alan dinsel referanslara açıldı, zaten örselenmiş, içi boşalmış laiklik çökertildi. Bugün türban konusu gerçekten önemini yitirmiştir ama sayın Kılıçdaroğlu’nun “hangi devirde yaşıyoruz” derken kastettiği anlamda değil.

Zamanında her tarafından laiklik karşıtı tutum akan Saidi Nursi’ye şapka kanununa muhalefetten soruşturma açılmıştı! Bugün türban konusu benzer bir ayrıntıdır çünkü türban tartışmaları marifetiyle Türkiye toplumundaki laik duyarlılıkta delikler açılmış ve arkası gelmiştir.

Hiç unutmuyorum, yıllar önce AKP’nin malum eleştirilerine “her CHP’li evinden besmeleyle çıkar” türünden bir yanıt verilmişti. Siyasal alanda “inanç yarıştırılması” -ki bugün çok daha vahim hale gelmiştir, türbandan çok daha önemli, yakıcı bir başlıktır. Çünkü bu siyaset dili, toplumun genleriyle oynamakta ve Türkiye’de yalnız aydınlanma açısından değil, derinleştiğini herkesin gördüğü sınıfsal gerilimlerde emekçi halkın çıkarları açısından yaşamsal olan bir tarihsel birikimi tehdit etmektedir.

Bu birikimi korumanın tam sırasıdır.