Halka yalan söylemek suçtur diyoruz ya, doğruları anlatmak zorundayız. Bu işleri en iyi bilenlerden öğrendiklerimizi anlatacağız. Madde madde gidelim.

Mayınlı arazi, mayınlı sular

Savaşın ve ondan da beter yoksulluğun işgal ettiği gündemimize heyecanlı bir giriş yaptı mayın sözcüğü. Mayının ne olduğunu biliriz çoğumuz. Alçak bir silahtır. Karada ve denizde olur. Sakat bırakan, öldüreni de vardır, 20-30 tonluk ölüm makinalarını havaya uçurabilenleri de. Mayın sözcüğü birçok şeyi çağrıştırabilir insanlar için. Sınır bölgelerinde yaşayanlar için daimi bir “iş riski”dir örneğin. “Mayın eşekleri” vardır keza. Mayın eşekleri dört veya iki ayaklı olabilirler. Dört ayaklı mayın eşekleri bu işi kendi istekleriyle yapmazlar. İnsanın salt türdeşlerini değil kendi dışındaki türleri de acımasızca sömürmesinin somut örneğidir onların varlığı. İki ayaklı mayın eşeklerinin hikayesi ise bambaşkadır. Bunların nadide örneklerini yakın siyasi tarihimizden tanıdığımız gibi, bugün de ekranlarda, gazetelerde sosyal medyada sık sık karşılaşıyoruz kendileriyle. 

Dışişleri Bakanlığı jargonunda ise bambaşka bir anlamı var mayının. “Mayınlı ziyaret” gibi. Sağı solu belli olmayan kimi siyasilerin veya “saray erkanı”nın bir ülkeye yaptıkları ziyaret sırasında pot kırma, hır çıkarma ve sonuçta o ülkede bulunan kendi diplomatik temsilcilerimizi ve protokol görevlilerimizi harcama tehlikesi. Bunun örnekleri de çoktur.

Asıl konumuza dönelim. Ne diyorduk? İstanbul’a yaklaşan mayınlar. Bir ayı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna savaşı o kadar çok yalan üretimine sahne oldu ki gözümüzle gördüklerimize, elimizle tuttuklarımıza bile inanamaz hale geldik. Rivayet muhtelif. Bunlar “mayın değil” diyenlerden tutun, “Rusya Ukrayna’yı suçlamak için saldı” diyenlere, “Ukrayna bu mayınları savaş telaşıyla Odessa kıyılarına yerleştirirken yeterince özen göstermedi ve bunların bir kısmı fırtınayla açığa sürüklenip akıntıya kapıldı” diyenlerden “Ukrayna'nın Karadeniz’e ABD’nin Montrö’yü delerek müdahalesine gerekçe oluşturmak için bu mayınları saldığını” ileri sürenlere uzanan geniş bir yelpaze. “Moskova ne söylediyse doğrudur” ve “Moskova ne söylediyse yalandır” diyen kuru gürültü üreticilerini bir kenara bırakalım şimdilik.

Türkiye’nin televizyonlarında süpürgenin sapından üzümün çöpüne her konuda “uzman” kılığında ahkam kesen kadrolu cahillere gün doğdu elbette. Abartısız her gün bir önceki güne göre daha da yoksullaşan, yoksullaştırılan emekçilere, emeklilere anlatılacak yeni masallar çıkmış oldu. İşin gerçeği ise aşağıda…

Halka yalan söylemek suçtur diyoruz ya, doğruları anlatmak zorundayız. Bu işleri en iyi bilenlerden öğrendiklerimizi anlatacağız. Madde madde gidelim.

1) İstanbul Boğazı yakınlarında görüldüğü belirtilerek fotoğrafları yayınlanan iki cisimden biri “sonobuoy” denilen bir alet. Bir tür denizaltı saptayıcı. Ayrıntılarını merak edenler  arama sitelerinden araştırabilirler. Nereden kimden geldiği bilinmiyor ama kesin olan bir şey var o da patlayan bir alet olmadığı. 

2) İkinci cisim ise Sovyet yapımı başıboş bir mayın. Muhtemelen bunu başka benzerleri de izleyecek. Askeri uzmanlara göre, bu tür başıboş mayınların da patlama riski sıfıra yakın. Zincirlerinden kurtulmaları durumunda patlamasın diye yapılmışlar zira. İçindeki patlayıcı da 20 kg civarında. Çok uğraşıp kazana, ateşe atıp patlatabilseniz bile köprüyü filan uçuracak güçte değil. Yine de uyanıklık yapıp hurdacıya satarım diye kucaklayıp götürmemekte yarar var.

3) Odessa’yı denizden kuşatan ve çıkartmaya hazırlandığı söylenen Rusya, kıyıyı savunan ise Ukrayna. Dolayısıyla esas itibarıyla bir savunma silahı olan mayınları Rusya’nın döşemiş olma seçeneği şu sıralar pek revaçta olan deyimle hayatın olağan akışına uygun değil. 

4) Ukrayna bu mayınları isteyerek salmış olabilir mi? Bu mümkün ama öyle bir durumda mayınlar askeri bir gereç olmaktan çıkıp politik bir araca dönüşüyorlar. Yukarıda da söyledik ya, bu mayınların patlayıcı mekanizmaları sabitlenmiş olmalarına bağlı. Özgürleştiklerinde silah olmaktan çıkıyorlar. Öyleyse bunları başıboş bırakmak Karadeniz’de bir mayın tehlikesi öyküsü yazıp NATO’nun Boğazlar’ı geçmesine imkân sağlamanın bir yolu olabilir mi? Bu iddiaya prim verenler çok ama açıkçası bu hesap bana daha ziyade Nasrettin Hoca’nın borçlarını ödemek için komşunun koyunlarının kendi çitlerine takılacak yünlerine bel bağlamasını hatırlatıyor.  

5) Özetle, mayınların arz ettiği güvenlik riski bu haliyle büyük çaplı bir müdahale gerektirecek boyutta değil. Türkiye’nin askeri kapasitesi bunları rahatça toplayıp bir kenara koymaya yeterli. Açıkçası kimilerinin siyasi ikbal beklentileri için üzgünüm ama “bunları etkisiz hale getirdik” filan diye kahramanlık hikayeleri yazacak malzeme de yok.  

Mayın hikayesinin özeti bu. Savaşın acıklı hikayesi ise yeni kayıplarla devam ediyor. 24 Şubat’tan beri her gün savaşın çirkinliklerine yenileri ekleniyor. Avrupa’nın doğusunda ölüm kol gezerken, batısında ve Atlantik’in ötesinde birinci kalite “demokratik ve özgürlükçü” riyakârlık hüküm sürüyor. 

Silahların patladığı bölgenin güneyinde, Türkiye’de olup bitenlere entellektüel sefaletten başka bir tanım yakıştırabilmek güç. Putin hayranlarını, NATO budalalarına çarpasım, çıkan sonucu ikiye bölüp iki ayrı ve derin çukura gömesim var. 

Savaş sürüyor, salt insanlar değil insanlık da ölüyor.