Paralel devlet filan deniyor; bu bir masal, FETÖ sermaye egemenliğinin önemli bir enstrümanı haline gelmişti ve bunu herkes biliyordu.

İYİP’in sorunu ne?

Son günlerin popüler partisi Akşener’in İYİP’i. Anketlerde bir anda yüzde 14’lere tırmandı ya da tırmandırıldı, içeride epey bir gerilim hatta kavga var, bir de işin içine Türkiye Komünist Partisi karıştırıldı. İYİP için “AKP’ye katılırlar” iddialarına içerleyen bir yönetici, “TKP’ye katılırız, AKP’ye katılmayız” deyiverdi. “Ölürüm daha iyi” der gibi...

İYİP’in kendisine en uzak parti olarak TKP’yi görmesini kuşkusuz dert edecek değiliz; konu özel olarak İYİP ya da başka bir parti de değil, Türkiye Komünist Partisi kendini bütün düzen partilerinin dışında görüyor, öyle konumlandırıyor.

Ancak İYİP içinde ve dışında başlayan “FETÖ bağlantısı” konusu, üzerinde durmayı hak ediyor. Ediyor çünkü bu tartışma Türkiye’de AKP’den başlayarak bütün düzen partileri için çözülemeyecek köklü bir sorunu barındırıyor. 

Şimdi FETÖ diyorlar, bir zamanlar “Fethullah efendi”, “hizmet hareketi” ya da “cemaat” idi ve Türkiye’de sermaye düzeninin bir bütün olarak arkasında durduğu bir buzkıran haline gelmişti. Patron sınıfı Kafkasya, Afrika, Uzak Asya, hatta Latin Amerika’ya açılımlarını “cemaat” aracılığıyla gerçekleştiriyor, birçok ülkede sivil-asker bürokrasi içinde Türkiye lobisi “cemaat” eliyle ve özellikle okulları marifetiyle oluşturuluyor, bunların bazılarında TSK önemli mevziler elde ediyordu.

Paralel devlet filan deniyor; bu bir masal, FETÖ sermaye egemenliğinin önemli bir enstrümanı haline gelmişti ve bunu herkes biliyordu.

Düzen partilerinin en önemli özelliklerinden biri, hepsinin gücü oranında devlet ve sermaye ile ve de önemli emperyalist merkezlerle açık ya da örtülü bağlantısının olmasıdır. Bu bağlar son derece karmaşıktır ama en çok kapitalistlerin siyasetçileri yönlendirme, kontrol ve de himaye etmesine yarar.

Dolayısıyla her gün, her saat TSK ve diğer devlet kurumlarında gerçekleştiğini duyduğumuz “FETÖ” operasyonlarının bir türlü sonunun gelmemesinin temel nedeni çeşitli gerekçelerle 2012-2013 gibi AKP’ye karşı harekete geçen ve geçirilen cemaatin o ana kadar düzenin mevcut işleyişi içinde kapladığı muazzam alandır. Bir de üstüne AKP’nin zeytinyağı gibi üste çıkarak “2013 öncesi sayılmaz” demesiyle birlikte “FETÖ konusu” içinden çıkılamaz hale geldi. Dolayısıyla bugün herhangi bir kişiye “FETÖ’cüdür” suçlamasını iç rahatlığı ile yapmak için düzen siyasetinin dışında durmak gerekir. Tersi de geçerlidir, bu suçlama işaret ettiğim nedenlerle, ağırlığını yitirmiş, anlamsızlaşmıştır.

Düzen partilerinin içinde siyaset yapan herkes oturup düşünmelidir. Tarih boyunca ve bugün işçi sınıfına, emekçi halka karşı, onları temsil eden devrimci, sosyalist, komünist partilere karşı emperyalistler, uluslararası tekeller ve onların devlet örgütleri siyaset alanına acaba nasıl müdahale etmiş, düşünülmesi gereken budur.

Geçtiğimiz günlerde Küba Komünist Partisi’nin yayın organı Granma’da Iroel Sanchez imzalı ilginç bir yazı yayınlandı. Bildiğimiz şeylerdi ama önemli olan, Küba Komünist Partisi’nin yayınında bunların hatırlatılmasıydı. Sanchez, dünyada birçok sosyal demokrat partinin Alman ve ABD vakıflarından, hatta CIA’den akan para ile palazlandırıldığını not düşüyordu. En bilinen ve yüz karası örnek Portekiz’deydi ve orada Sosyalist Parti komünistlerin önünü kesmek için resmen yoktan var edilerek iktidara gelecek güce ulaştırılmıştı. Sağın itibarı Portekiz’de faşizm döneminde yere çakıldığı için emperyalistler komünizmi sözde Sosyalist bir partiyle engellemek zorunda kalıyordu!

Buna siyaset mühendisliği de diyorlar. İşin gerçeği düpedüz örtülü operasyon.

İşte bu operasyonların CIA eliyle mi, Soros parasıyla mı, Alman vakıfları aracılığıyla mı, yoksa doğrudan sermaye sınıfının kaynak aktarımıyla mı yapıldığının son tahlilde ne önemi var?

Bunları birbirinden ayrıştıramazsınız ki!

Fethullah Gülen’i komünizmle mücadele derneklerinde pişirip patronların prensine dönüştüren irade ile Mario Soares liderliğindeki Portekiz partisini yaratan irade aynıdır.

Ve bazen bu iradede yarılmalar olur, farklı emperyalist merkezler, farklı sermaye grupları siyaset alanında keskin bir mücadeleye tutuşurlar. Türkiye’de ve örneğin şu sıralar seçim ortamında skandal üzerine skandal yaşayan ABD’de olan budur. Birbirlerini suçlar, çamur atarlar; gerçeklerle yalanlar iç içe geçer.

Bütün bu tablonun içinde aydınlığı aramak, sapla samanı ayrıştırmak beyhudedir.

Emperyalist-kapitalist sistem bir kir ve kan denizidir; onun siyasetinde erdem, ilke olmaz. Kişisel olarak dürüst olan unsurları da kusar ya da boğar.